31 Mayıs 2009 Pazar

lovely memories...



tanıştırayım, babam...

çok eskilerden gelen bi benzetmedir bu benim için...
babamı traş olurken izlemeye bayılırdım hep. neden traş? neden bu foto?
elbette arko'nun değişmez suratıydı senelerdir kendisi...
erkek evladın babaya duyduğu özel ilgi...
hani hep anneye duyar sanılır o ilgiyi. yok, ı-ıh emin ol öyle diil. yani en azından benim için...
babam traş olurken arkasına geçer, hatta yanına kadar girerdim ve onu izlerdim...
bana yaranmasının mümkün olmadığını bile bile yine de bi şekil yaranmak adına türlü türlü hareketleri yapmaya hazır bi babam vardı.
traş köpüğünü sürerdi bigüzel köpürtüp sonuna kadar... tabi sürdüğü de yukardaki idi. arko.
ben çok gülerdim nedense, bi defa o resimdekiyle babam traş esnasında, yüzü tamamen köpük iken birebir aynıydı. saçlar olsun, gülüşü olsun her şeyiyle...
zaten bi tek kafasına odaklanırdım eha çok komik gelirdi..
bi de hep şey isterdim,
baba, ağzın görünüyo bi tek derdim.
o da bana;
- ''bak şimdi ağzım görünmiicek'' şeklinde, minik ama o an için en eğlenceli şeyi yapardı. o köpüğü dudaklarına da sürerdi kapatırcasına. nitekim kapanırdı da be ehe...
canım babam.
sonra bana, garip dudak hareketleri yapardı ama ağzı hiç açılmazdı.
ve ben gülmekten kırılırdım...
tabi baba ya bu, hemen işini bitirme gayesi içersinde.
güldüğümü görürdü, mutlu olurdu çok, ve yıkamaya başlardı köpüklü suratını...
ben de hep içerde onu beklerdim böyle merak eşliğinde..
geldiği vakit tertemiz nur gibi bi surat, ve ben hala gülüyorum oralarda bi yerlerde...
sonra gazetesini okur, kahvaltısını eder ve işe giderdi...
ben daha mavi önlüğümü giymeden o işlerini hallerdi.
canım...

22 sinde en geç ordayım.
nur demiştim ya demin...
işte sen,
nur içinde yat!

her şeyinle bana kendini unutturmayışını çok seviyorum babacığım...
sevgiyle kal!

bi' kedi gördüm sanki!

eve geldim ve bundan dolayı mutluyum öncelikle.
rutine bağladığım birtakım evde vakit geçirmek istememe eylemimin dibine vurdum evet.
çünkü burda vakit geçmiyor eha. nebiliim rutin uyan, okula git, ders çalış sınava hazırlan, film seyret vs..
ne sıkıcı dimi?
aslında sıkılmadıım onca zamana yazık ediyorum, bunlardan büyük zevk aldığım vakitlere ihanet ediyorum, biliyorum... ama bu böyle malesef, engellenemez...
onca gezme tozma arasında, yine aynı oda, biraz buharlı, loş ışık hakim, sağımda küllüğüm, solumda yakmayı unuttuğum ekstra ışığım vs...
yine aynı yer, yine aynı durumlar.
iğrenç sıcak bir hava, şu anlık duyduğum mızıka ezgileri. kendisi leter to lulu mae adlı güzide eserden...
böyle mutlu, hayat tozpembe, dert yok tasa yok şarkısı...
öyleyse şarkıyla çelişiyorum.
şimdi pek iyi diilim, yarın içimi boşaltmak üzere ayrılıyorum şuracıktan...
iyi geceler...

29 Mayıs 2009 Cuma

ghosts

söylentiler, fısıltılar, dedikodular, sızıntılar, parazitler..
bunlar olmadan yaşamak.
yaşayamayanları da var, malesef ki mevcut..
ama arkadaşın, ama dostun, ama en sevdiğin, paylaştığın vb...
tavır..
tavır, bu tip olaylar karşısında sergilediğin tutum demektir elbette.
ama nasıl olmalıdır diye düşünmek yerine, bildiğimi okumak en doğrusu.
çünkü bildiğim en doğrusu.
bildiğinin en doğrusu olduğunu düşünmediğin vakit zaten senin tavrın denen şeyin de olmaz öyle diil mi...
dik durmak...

son bir yılımda pek bi yapmaya çalıştıım şey... bazı şartlar, ve beklentiler doğrultusunda en bi lazım gelen...
olaylar karşısında tavrını da gözönüne alarak sert olmak belki biraz.
sonuç?
sonuç olarak doğruyu, safı, iyiyi kötüyü ayırt edebilmek ve ona göre değerlendirmeler yapmak.
ne güzel değilmi?
bilmem, belki hiç dememişimdir, söylememişimdir.
bazı 'en yakın'larımın benden şu an uzak olma sebepleri. benim onlardan daha doğrusu...
hayatımın, gençlik hevesi döneminden sonra oluşan bir duruş sözkonusu...
kendimi övüyor değilim. beğeniyor hiç değilim...
hatta yeni kesim saçım sakalımdan daha kısa ve bi efendime söyliim wolverine filan diyo bazı çevreler bana. haklılar da.
övmek derken elbette tek yönlü diil, çok yönlü düşünüyorum.
söylememe gerek yok hatta, gereği yok...
ama bişeyler değişti çoktan...
eksikler var, ama kapatılmaya çalışılıyorlar. gördükçe yaşadıkça sorguladıkça, edindiğim tecrübeleri iyi yönde yormaya devam ettikçe eksikler tam olmasa da belli bi miktar kapatılacaktır gibi geliyor...
mükemmellik?
yok öyle bi dünya diim de klişe olsun.. Dünya filan....
mükemmellik yok ama o yönde ilerlemek olabilir, kabul edilebilir.
Kimse mükemmel değildir, olamaz da..
Belki şu vardır ama; ne biliim güzellik yönünden mükemmellik olabilir, saygı konusunda, ahlak konusunda mükemmellik olabilir...
bilemedim, mükemmellik değildir belki de, başka bi adı vardır, ama yakındır ona...
zor.
mesela bi örnek gelir akabinde ve ben derim ki, beady belle, closer'ı mükemmel söylüyor.
ama beady belle mükemmel değil.
davulcunun kısık, sakin çalış tavrı mükemmel ama, davulcu mükemmel davulcu diil eha.
her neyse...
dedikodular dünyası, fısıltılar, kulaktan kulağa'lar...
bunların beni yıpratmadığı bi dünya varsa eğer işte şu an tam ordayım.
yıpratan birkaç şey arasında onlar mı yıpratıcak? peeh!
insanları seviyorum. onlar ne yapsa yeridir öldürmedikleri veya onu düşünmedikleri sürece bana karşı...
önemli olan, onların kötü niyetleri varsa bile onları bilmek ve ona göre davranmaktır.
usulüne göre... insan sevgisi doğrultusunda, ne biliim vurdu kırdı değil de, daha çok sözle.
bu konu tamamen alakasız zaten.
bişey de anlatmaya çalıştıım filan yok.
sadece konuşmak, bişeyleri püskürmek istedim nedensiz yere.
sıkıldım belkide, suratım çok asık, yorgun ve karışığım çok...
karışık diilim aslında kesin ve netim fakat gülemiyorum çok. uzun sürmüyo. fotoğraflardakiler yalancıktan, tepkiler içten diil, huzur denen şey azaldı.
sorgulamak?
en boktan şey be...
bugün acaba gülebilecek miyim diye, yatağımdan kalktığım vakit düşünmemin hoş olmadığını ben de biliyorum. ama bunun olmaması için ne yapmam gerektiği konusunda çelişkilerim var. çünkü aklımda bir ile iki arası düşünce var.
yataktan kaltığım an, ve hatta bu yataktan kalkmama sebep olan ateşleyici unsur.
fakat parlamıyo o ateş işte, parlicak bişiy yok çünkü.
ateşleyici sayesinde müthiş hızlı ayılıyorum, fakat sonrasında müthiş hızlı düşüşü yaşıyorum...
sonrasında gelen günden ne beklersin sen olsan?
bişiy beklemezsin heralde... sağa sola yürürsün, oraya gider, bununla konuşur, şu işi yapar, bu yemeği yer, şuralarda boş vakit harcar ve uyursun, yeni güne farklı bakmak istersin...
1,2,3...........20...
sanki her gün böyle olucakmış gibi...
mutlu değilim.
sims adlı oyunda mutlu olmayan kimselerin üzerinde (-) vardır... veya muşmula surat ibareleri...
keşke benim de öyle bişeyim olabilseydi... o eksiyi görmeden biliyosunuz ki herkes seninle konuşma ihtiyacı hisseder... çünkü inanmaz mutsuzluuna, çok basittir, her şey güzel olucak gibi yaklaşımlar sayesinde, derdini farklı boyutlara çeker ve sen yine yerinde sayarsın. hiç bir adım ilerlememiş durumda olursun...
içe atmak çok bok be.. ne bilim sırıtık bi suratın ardındaki gerçek... bir tek sen bilir, sen yaşarsın...
hayatın o kadar boktandır ki, farklı eğilimler içersinde olsan dahi bu işe yaramayıverir...
patlamak istesen de kimseyi üzmemek adına bunu yapamazsın... için dolar, taşar ve öylecene durursun.
ve ne olur biliyomusun, bu ilerde biyerlerde patlar... çok ağlar, ve çok üzülürsün hiç sorgu suhalsiz...
şu bi gerçek ki,
cılız bir insan görünümü veriyor olmaktan bıktım ve bundan hiç hoşnut diilim...
çünkü bu aslında böyle değil..
çözüm yollarım tıkanık olduğu için, garip bir askıya alma durumu sözkonusu..
ve bu böyle devam edicek, veya etmicek bilemiyorum...

son sözüm yeni dünya düzeni üzerine...
lidya soyundan tek bir insanın gerçekten günümüzde yaşıyor olmamasını temenni ederim..
para ve onun garip robotlaştırmak üzerine kurduğu açılımlarından nefret ediyorum...

28 Mayıs 2009 Perşembe

edepsiz şeyler...

hayat demiştim ya,
idame ettirilmesi gereken yegane... şey filan her neyse demiştim...
...
neyse, konu o diil.

9 dan 1 e kadar dışarda geçen bi zaman dilimi sözkonusuydu.
EchoMAR adındaki bilindik rutin göztepedeki görüntüleme merkezine gidiverdim.
tekrardan.
birtakım bulguların yeterli olmadığı görüşünde hemfikir olan sevgili doktorumuz Opr. Dr. Şöhret Ali Oğuzoğlu, bana MR'ı layık gördü.
Bu arada, tomografi ile mr arasındaki o büyük farkı da ilgi alanım olmamasına rağmen beynime kazıdı, ve ona ayrıca teşekkür ederim?

Her neyse. MR denen tabir-i caizse ''illet'' yarım saatlik süre içerisinde, içi beyaz ve iç açıcı gibi gözüken, fakat yılan deliği kıvamında dar ve bunaltıcı bi yere girmek hiç hoş değildi.
Burası tamam, hani hoş olmayan şeylerden de hoşluk yaratılabilir ya bazen...
Amma velakin bu aletin içine sığdıktan sonra, elin kolun her yerin bağlı, ve omuzlarından itibaren hiç bir kısmın oynamaması için geliştirilen yeni teknoloji ''oynamayı önleyen emniyet zımbırtıları'' eşliğinde, o yılan deliğinde, iğrenç gürültüler çıkacağına pek ihtimal vermiyodum, ama aynen öyle oldu.
hiç hoş değil...
İç organlarımı dahi titreten düzeyde, korkunç sesler, insan psikolojisine zararlı birtakım garip ses dalgaları, hayatımda unutmayacağım bir yarım saati beraberinde getirmiş oldu denebilir...
Doktorun bana dediğine göre en kesin kanıya bu yolla ulaşılırmış. İnanıyorum bende...

Başımın iğrenç ağrılarının yeniden başladığı birkaç saatlik dilimin içersindeyim. Fakat bunu yüksek dozda radyasyona bağlıyorum. Züğürt tesellisi boy boy...
Du bakalım,
daha neler göreceğim çok merak ediyorum.
ve ben tek kelimeyle:
SIKILDIM...

Dert adamı olmak. Hayatımda hiç olmadığım düzeyde hemde...
İlk derdim, annemin karnından ilk çıktığım vakit tamamiyle ''simsiyah'' doğarak ortaya çıkmış fakat ben görememiştim!?
bu ilkiydi.
Bir diğer derdim, 2 yaşında maruz kaldığım bir sportmenlik dışı foul nedeniyle, kalçamda oluşan çıkık yüzünden 27 doktor sonrasında şuanki normal halime dönmüşüm.
etti 2!
Ardından yine 4-5 yaşlarına doğru aniden beliren, polene, halıya, perdeye, toza, kediye-köpeğe, güneşe, ota, boka, oraya-buraya her şeye duyduğum allerjik astım olayım da bi 8 senelik aralıksız tedavi sonucunda beni terketmiş...
etti 3!
tam allerjiyi yendiğim kanısına varılmışken birgün aniden sadece bir ''aspirin'' yüzünden 2 gün hastanede yatmam, ve aralıklarla tahlillere otlara boklara girmem ve sonrasında, allerjinin artık sadece ''bazı ilaçlar''dan kaynaklandığını öğrenmem de çok şahaneydi. Neyse, şimdi iyiyim ve ağzımda da 48 tane aspirin filan var...... iyiyim ya o yüzden......
etti 4!
...
ve şimdiki şeyler... tomografi, mr ve ECHOMAR...
Ortak payda da bir dizi beyin sorunu. Daha tam kanı yok, biri onu dedi bi diğeri de bunu...
En iyi diye tabir edilen doktora ya inanıcam, ya da o da yetmicek, haydi yallah başka doktora hücum!
Bu arada, echomar'a kahve ve meşrubat makinesi gelmiş... Çalışanlar da aynı diil sanki...

Her neyse... Uyumak istiyorum çünkü yorgunum.

26 Mayıs 2009 Salı

Hayat üzerine.

hayat...
idame ettirmem gereken en önemli...
en önemli ne?
içinde sürüklendiğimiz...
her neyse.

tekiller, çoğullar.
ama yinede dön dolaş tekiller.
tekil? tek başına mı demek?
evet elbette.
acı ama gerçeklerden sadece biri.

hayat?

gözlem, bilgi, tecrübe, paylaşım,
kötü, iyi, hırs, rahatlık, sadakat, şefkat,
sevinç, üzüntü, stres, para,
en uç ve en sade, bolluk veya kıtlık,
zaman, getiriler-götürüler, zaman.

kimi yaratılış gereği, kimi zorla da olsa,
kimi çalışarak-çabalayarak...

bir takım getiriler bütünü hayat hep.
getiriler arasında götürdüklerine karşın getiriler adına daha fazla çalışmak hayat.
çalışıpta meyvelerini yemek istemek.
istemek hep bi, istekler bütünü olarak da anılır bence hayat.

içindesindir, tam ortasında. başı veya sonu ve ilerleyişi görecelidir.
bir misyondur, yerine getirmek için çaba sarfettiğimiz ırsi bir olgu fazlasıyla.

akıştır, tek yöndür, ağaçtır, dalları vardır,
dallar da kendini aşar, budak olurlar.
o budaklar da kendinden daha ufak dalları taşır sürülerce.
öyleyse hayat ne gövdedir ne de en ufak kılcal kıvamda bir dal parçası.
peki bir tohum olarak hayat?

yo yo.. bu değil...

hayat, dallar üzerindeki yapraklar ve meyvelerdir.
eh, iyi de peki ya dallar olmasaydı?

çürüdü bu. ağacı çürüttük...
o halde nedir ?

önüne kocaman bir tepside sunulmuş envai çeşit meyve midir?
biraz sanki.
içinden seçtiklerini yer, seçtiklerini bırakırsın diilmi ama...
hayat seçtiğindir, seçeceğindir, izleyeceğindir, yoldur...
beynindir aslında ehe o olmasa hayatı sorgulamak filan ne iş?
olmazdı nitekim.

öyleyse hayat kendin'dir...
okyanusa gerek yok,
dünyanın en küçük denizlerinden biri olan marmara denizinin ortasında tek başına durmaktır.
veya bir gölette...
durabiliyor olmak. durdukça geçen zamandır, çırpındıkça.

boğulmaktır bazen. ama asla seni kurtaran cankurtaran değildir.
cankurtaran rutinini başardığı vakitten itibaren gözlerini yeniden açman, nefes alman ve kaldığın yerden devamlılık sağlamaya çalışmandır kendince.

tek başınasındır sıçtıımın yerinde, tek başına.
elma elmadır, elmayı ikiye ayırdıktan sonra biri senin biri benim dersin...
ben seni çok beğendim ve bu elma birleşebilir dersin.
ama bu olanaksız? nasıl olur?
ehehe olmaz ki...
yalan o büyük... bir elmanın iki yarısı.
birleşsene bakalım bölündükten sonra, bi dene?
ortasından geçirdiğin dalın ne faydası var.
tutuyo sadece.
dalı bi çek ordan bakim noluyo? uygulamalı olarak?!
sadece bir yarısı kaldı elimde.
e diğeri nerde?

ehe bak yerde!

zalim işte, çok zalimce.

yanlızlık... işte budur!
bir film...
çoğul konuşuyorum.
ilk evresi film seçmektir diicem olmicak.
çünkü filmler üzerine konuşmak vardır öncesinde. film nedir, hangi türler sevilir hangileri izlenmeye layıktır vs.
daha sonrasında film izlemek istenir ve seçilir aradan hangisi beğenildi gibiyse.
beğenilen film koyulur ve play tuşuna basılır..
ilerler dakikalar, saatler.. başlanmıştır izlenmeye.
film güzeldir, bakakalmışsındır, pür dikkat izliyosundur.
heyecanlı yerleri, korkuyu, komediyi, hüznü yaşıyosundur o anlarda. dakikalar veya saatler.
sonrasında film, kalp atışlarını dengeler, ayak uydurabiliyosundur, inişleri ve çıkışlarıyla müthiş bir heyecan oluvermiştir bile senin için.
ve aniden.
elektrikler kesiliverir.
en heyecanlı yerinde üstelik.
filmi merak etmekle etmemek vardır o an.
deliler gibi merak edersin sonunu,
heyecan hammaddeli kalp atışı dengeleyicin kısa bir süreliğine yoktur artık.
kendi başınasındır.
sadece merak.. merak merak merak.
iki yol vardır demiştim. daha doğrusu iki taraf.
biri izleyelim diye yanar tutuşur. elektriğin gelmesi için çıldırmak misali.
öteki de aman boşver, elektrikler gelince izlerim ben der...

peki bu bir döngü müdür?
paradoks mu desek?
kader olurmu peki? uyar mı?
hayatın cilvesi? klişe-anti klişe?
yo yoo... o da olmaz...
nedir bilemedim
ne diyelim, ne yapalım.....
sanki elektrikler hiç gelmeyecek gibi...
bravoo, bravo...
dhalsim ile ken kapışması gibi.
biri kolunu bacağını uzatarak uzaktan uzaktan döver, yer bitirir.
öteki naapsın, normal yollardan dövüşür fakat kolları bacakları yetmez.
kaybeder.
ama elektrikler hiç gelmeyecek. miş gibi!...
bravo... çok bravo.............

mantık denen şeyin canı çıksın.

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Zincir

Garip bi başlangıç oldu güne bugün.
Uyandığımda görmüş olduğum rüya şaka gibiydi... Evet... Konusu itibariyle elbette. Konusu mu? Konusu bir başlangıç daha. Bir insan ve onun sözleri üzerine.
Ama son derece mülayim, son derece alakasız, nerdeyse imkansız sözler.
İstenen şeyler ama imkansız. Rüyada bu oldu denebilir...
Uyandıktan sonra annemin açık bırakıp gittiği televizyona bakıyodum daha ayılmamış vaziyette koltuktan. Gözlerim daha tam açık değildi ama izliyodum öyle boş boş...
Çocukların yarıştığı, gitarlar bilmem neler çaldığı, şarkılar söylediği adam olacak çocuk misali bişeydi.
Bi kız çıktı orda. Kendisi daha minicik yaşta güzel keman çalan, sesi de güzel olan, sorulan ''büyüyünce ne olacaksın?'' sorusuna ayıltıcı bi cevap veren bişiydi...
Ayıldım... İçeri gittim. Cihan uyuyodu daha.
Bilgisayarı açtığım gibi rutinlerimi sergilemeye başlamışken uzun süredir görmediğim konuşmadığım biri çattı geldi...
Ve bunların hepsinin ortak paydası aynı. İsmine ve mesleğine kadar.
Rüyam, tv'deki kız, arkadaşım...

Hepsi bir.

Peki ben şimdi ne yapiim? Ne yapabilirim...... Elden ne gelirki!...
At kendini dışarı en güzeli.
At, yürü, al birini yanına öyle dolaş bakın etrafına, nefes filan al, tırnak gevşir, at tırmala veya kaldırım törpüle.
Peki tamam, öyle yapiim ben...

22 Mayıs 2009 Cuma

farman



Mıncıklamaktan geri kalınmayacak yegane kedi kendisi.
Rüyamda onu gördüm bugün. Daha henüz 2 buçuk yıl önce burdan ayrılmış olan kedimi.
Acayip derecede şirin, o herzamanki göbekli haliylen annemin kucağında sırt üstü yatıyodu. Her zamankinden...
Ben bişiyler söyledikçe suratıma miyavlıyodu o da bana bişiyler söylemek ister gibi.
Ama duyamadım.
Sevdim, sevdim, sevdim... Hatta nedense kedime güvenemedim garip bi şekilde, rüyada olduğumu bile bile korktum tırmalicak diye veya annemin kucağından atlayıp gidicek diye, rahatsız olucak diye pek bi narin yaklaştım. İlginç bi deneyim oldu ama başardım onu sevmeyi...
Bilinçaltı işte. Gece eve girerken apartman kapısının önünde gördüğüm sarı uzun tüylü kediden çağrıştım denebilir.

Aslında anafikir hep bi özlem, her şeye özlem sanırım.
Geçmişle yaşanır mı hiç peki?
Bunu nasıl yaptığımı bilmiyorum ama sanırım zamanında hep içe atmaktan olmakta gibi bu tür şeyler. Ve yaşadığıma göre yaşanır diyebilirim.
Eskiden en çok tutan, en çok direnen iken ben; şimdi ne vaziyette olduğumu görmek biraz ürkütücü olsa da, yapabiliomuşum bunu.
Sanırım 30 una kadar bunu halletmeliyim. Veya külliyen saçmalık, bilemedim...

Herneyse....sevgiler.

...



hiç bu denli üzülebiliceğimi tahmin etmiyodum...
ben hala nerelerdeyim, neler istiyorum neler diliyorum...
ama;
karşılıksız üstelik onlar artık...
ama yinede diliyorum bekliyorum...
aynı bu gün beklediğim gibi. bekledim, diledim, umdum çok fazla...
hakettiğimi düşünmekten geri kalamıyorum.
konuşmak. konuşarak anlaşabilmek. anlaşıp sonuca varabilmek.
sonuç çok değersiz zaten be.
görmek olsun. bi iki bişiy söylemek olsun, bır bır konuşmak olsun.
kısıtlamalar da olsun hadi...
olsun artık.
her şey kesin ve net' e yakın iken böyle olsun..
ama olsun...
Üzülmek diye buna derler.. Eve gel en güzel isteklerin az da olsa yerine gelmeden ve otur öylece.. Bır bır bır buraya yaz onları, içine at, duymasın kimse, haberi dahi olmasın, veya haberi var mı yokmu bilmesin...
Acı ya çok, çok fazla acı bu dokunuyo artık...
Ses yok hiç.. Sessizlik çok acı...
Beklenti derecelerimin zaten sıfıra yakın olması acı olsa dahi yinede bazı şeyler onun önünde...
Görememek, duyamamak, paylaşamamak bitirdi, yok etti...
Ne huzurum kaldı ne de başka güzellikler..
Vardı onlar eskiden, öyle bi plan vardı çünkü kafada..
Çok büyütmüyorum, içimden gelenler bunlar sadece..
Kusmak ise kusmak.. Ama kusmalıyım.
Engel yok çünkü buna...
Beni rahatsız eden varsa budur bizzat...
İçine atmak.. devamlı, her an her dakika.
Onlarca olay oldu, kimi güzel kimi çirkin, kimi de sıradandı.
Ama ne oldu ?
Hepsi burdalar... Şu an içimdeler, öylece dönüp duruyolar...
Merak?
merak bitiriyo...
Bi yere kadar evet..
Ama bitiriyo çok fazla... Deliye döndürüyo, mantığı silip atıyo ve çok zorluyo.
Umrumda diil,
diğer insanlar, olaylar, yaşantılar, eğlenceler vs. vs. vs...
Bir tek şey istedim,
onu da gerçekleştirememek,
şu yaşımda
şu halimle beni kötü yapıyor.
Bu çocuğa ne oldu?
Bu çocuk neden böyle?

Kimse bilmez, kimse anlayamaz..
Çünkü muhatabı kaçıp gitti..
Gitsin, gitsin ki kurtuliim.. Kurtulsun kurtarsın kendini...
Ama ufacık bi mutluluk versin onu yaparken.
Kaçıp giderken..
Ben olsam?
Ben olsam bir dakika bile durmam burda, giderim kaçarım..
Yapamıyorum şimdi...
Başka zamanın hayallerini filan kuruyorum burda oturmuş..
Bi de arkadaşlarıma anlatıyorum..
Ya onlar olmazlarsa'yı geçtim, onların gerçekleşmesi adına tüm sorumluluğu ele almış vaziyette.
Şu halet-i ruhiye içersinde...
Ama yok, yok işte... Nerede napıyor belli değil...
Kaçıp gitmiş... Cezalandırma desen olmaz çünkü kıyamam en ufak...
Salak aptal veya saf olmak umrumda diil.
Çünkü ben öyle diilim..
Sadece temizim, ve son derece netim...
Hislerim hiç olmadığı kadar belli iken ve bi o kadar yoğun iken...
Bir damla yaş dökülmüyo şu an.
Buna çok ihtiyacım varken. Hatta her gün nerdeyse bu oluyoken... Bir damla da mı olmaz?
Olmaz, olamıyor... Ne diye olsun, niye olsun...
Üzülüyorum işte, çok fazla çok yoğun...
Bazı haklarım elimden alındı, mecburiyetten veya başka bi şeyden...
Ama sadece mecburiyet var gözümün önünde.
Kaldıramam hiç... Öyle diilse de bilmiim zaten bilmek pek acı olur...
Ama inancım o yönde diil...
İstediklerim değişti, günler de ilerlediği üzre.
Artık bambaşka bi insan var burda. Yazıyo gelmiş biyerlerden ayağının tozuyla ve en bi istediği şey de olmamış. Yitik ve buruk misali... Aynen öyle.
Olmaz bu kadar, olmamalı bu kadarı. Bak, ne kadar doluyum, ne kadar doluyum da benim her günüm boktan iğrenç oluverdi.
Bu kadarını baştan bilemezdim, bilemedim...
Baştan söyledin ama bilemedim.
Ama şimdi eğer öyle olduysa,
belki de sana da olduysa
....
O Halde yapma. Bi şey söyle, belirti ver yaşadığına dair, rutine bağlama ama öz davran, kısa ve öz.
Yapma, dayanamıyorum, gücüm vardı iki dirhem.
Ama o yok oluyor.
Sonrasında ben kötü adam olabilirim.
Hiç istemediğim tipten insan profili...
En azından özel bir insana karşı yapabiliceğim en son şey olan.
Hayır istemiyorum.
Ama bi işaret ver.
Kötü bişeyi kaldıramam evet. Ama güzel de olmasa da olur.
Sadece bi belirti, ufacık tefecik.
İlk günden son güne.
Sürücek düzeyde.
Öyle ya da böyle mantık ve duygusallık çerçevesinde..
Hatta duygusallığım bende kalsın, sadece mantık...
Öylesi de olsun.
Ama ben mahrumum çok..
Anlamadın, anlayamadın...
Bir ideal bu denli sürükleyici olamaz, olmamalı...
Benim ideallerim?
Onlar yok değil hiç. Hep varlar...
Ama onların yanında bi dostluk arıyorum.
Belki yalancıktan da olsa karşılık vermek o dostluğa...
''Dost'' sıfatıyla sadece...
Olsun be, olsun... Dene.
Çünkü ben dayanamıyorum..........

20 Mayıs 2009 Çarşamba

terramisine?

teramisin adıyla da bilinen, youtube'un en az bilinen fakat gülme krizine sokan bi vidyosuyla karşılaştım dün.
Adamın askerlik anısı olmakla beraber, böyle bi anı heralde yeryüzünde anca 3 kişide filan vardır totalde...
Kısaca şöyledir:
Adam askerliğini yaparken aniden komutan gelip bundan kuran okumasını ister.. ögvksgk alakasız çok fecii..
Herneyse, bu da tamam der emredersin komutanım tarzında.. Korku hakim tabii...
Ama adam dinsiz ve hiç bişiy bilmiyo.. Napıcağını düşünür öncelikle, plan yapar kafasında...
Fakat o meyanda orda odada içi tamamen ilaç dolu bi ecza dolabı görür camlı...
Ampul belirir kafasının üstünde akabinde...
Ve adam ne yapsa yeridir?
Elbette ordaki tüm ilaçları, ezan okur tarzdaki gırtlak hareketleriyle adeta kuran gibi okumaya başlar...
-teramisine apranaxe roşşşh he (roche)... El eüzü otrivine, ventoline, el azim, ferrum forte....
...............................

Bu hikaye de burda sonlanır akabinde...

19 Mayıs 2009 Salı

NOW34 (1996) üzerine birtakım sözler...


Nerden çıktı, neden çıktı, ne diye hatırlandı bilinmez veya 3 maymunu oynamalar mevzubahis...
Şak diye aklıma geldi NOW serisi... Bi dönem, 12-13 yaşlarımdan itibaren, neredeyse liseye kadar tüm serisini aldığımı hatırlarım... Hatta klübe de aldırırdım eha. Dj'in adı LAZER idi, ve ondan görmüştüm ''bak bu seri harikadır, tam senin istediğin tarz'' diye diye adam beni müptelası yapmıştı... Sene hiç unutmuyorum 1996... Zaten NOW34 de o tarihliymiş sağlamasını yaptım çaktırmadan...
Kulübe giderdim pıtı pıtı. O zaman üzerimde muhtemelen lc waikiki tişört ve şort takımı filan olurdu, yani bildiin çocuktum... Çocuk ben!! Kulübe gelirdim, annem ordaydı, babam da akşama doğru gelirdi vs... Klübe geldiğim vakit genellikle saat 11 veya 12 olurdu.. Zaten kulüple ev arası da max 200 metre ya vardı ya yoktu... İlk işim dj Lazer'in karargahına uğramaktı hep... O zamanlar da müzik manyağıydım, ne biliim bass ve tiz sesler net favorilerimdi. Özellikle onları dinlemek, enazından o ortamda o müzikleri dinleme hayalim adına her gün, her yaz günü koşa koşa klübe giderdim... Sonrasında zaten oraya geldiim vakit, Lazer beni görür görmez hemen çalmaya başlardı o tarz bişiyler ehe.
Ama diyorum ya, NOW 34'ün hayatımda gerçekten büyük bi yeri vardır... Nedendir, niyedir bilinmez diyemicem... Ve çok ciddiyim... Niye bu kadar büyüttüğümü de sanırım açıklicam çok yakında... Eminim daha anlaşılır olucak öylesi.
Zamanın favorileri arasında hatırladıklarım arasında spice girls - wannabe, gina g'nin adını bilmediim şarkısı, underworld - born slippy, 2pac - california love, macarena, peter andre - mysterious girl, lighthouse family vardır...
Fakat o aklımla zamanın en bi popüler parçalarını dinlemek için alırdım cd yi ve diğer şarkıların yüzüne bile bakmazdım bu da bi gerçekti...
Mesela ilk açılış şarkısı wannabe idi, sonraki şarkılara şöyle bi bakınırdım, arada robbie williams filan derken bi şarkıya gelirdi sıra ehe, işte ben ondan sonra hayata küserdim iğrenirdim hiç sevmezdim, böyle benim için o şarkının olmaması lazımdı o albümde.. Çünkü sevdiim şarkılar da ordaydı ve kötüsüne tahammül yoktu kendimce... Bacaksız..
Çok net hatırlıyorum, theme from mission impossible'ı çok dinlerdim, çünkü inanılmaz bass-tiz ikilisi vardı ve evde dinlerken müthiş güzel ses çıkardı... Bi de komşuma filan duyurmak için sesi açardım böyle daha bi havalı gelirdi, böyle delirirdim o anlarda eha... Çok mutlu olurdum...

Gelgelelim orda bi şarkı var ve işte NOW serisini ve özellikle 34'ü hatırlama sebebim olmuştur...
Slowdur çok, içtendir dertlidir fecii.. Ben ki cıstak cıstak şeylerin, veya popüler şarkıların yanında onu defalarca dinleyebilip, katlanıp, sanatçıyı tanıyıp diğer şarkılarını da araştırma yoluna gitmiş biriyim işte onun karşısında...

Jesus to a child olur o...
acayip dimi?
belkide şu an hiç bi anlam teşkil etmeyecektir?!!....
Sözlerime devam ediim ben;

Güzel şeyleri özledim... Özlüyorum çok fazla, o meyanda birikenlerimi bile unutmaya başlıyorum nerdeyse... Doldum ve taştım çünkü.. Zaman çok acı oldu... Zamanlama, şartlar...
ve evet, takip ediyorum....
O an ne dinlenir ne hissedilir.. Hangi kafalarda veya........
soon will be found, no problem, closer gibi şeyleri anlamak istemekle eş değer bi hareket...
Çok uzak bi zaman diil hiç... O yüzden bu kadar aklımda belki de.. Unutulur ya da unutulmaz ilerde o belli değil hiç.
Fakat bu sefer farklı anlamlar taşıyo.

Aslında çok acayip.. nerden nereye geldim, düşününce tekrar tekrar şaşırıyorum.
Her şey belli ve çok fazla söze hiç gerek yok.
Fakat bu şarkıyı dinlerken eskiden, o küçük beynim hatta beyinciğim nasıl olur da tahammül ederdi, nasıl olur da anneme babama kadar dinletirdim, bunu isterdim...
Acayip ya... Ne kadar paralel doğrultular.. Yapıcakta bişiy yok işte...

Kısaca her şeyim tamamen duygusallık üzerine... Ve kesinlikle ben bunun böyle olmasını çok seviyorum...

Mangal fönle güzeldir.

havuzdaki kurbağalar nereye kayboldu bilinmez ama ben o uzaklığı çok özlemişim...
sıcaktan eriyen asfaltta sırf oram buram yansın diye kilometrelerce tişörtsüz gezmeyi de...
taş yolları da toprak yolları da.
Sağda solda inekler görmeyi... Tarlasını süren insanlar, ve onlara o an onlara farklı geldiğim için dakikalarca benden gözünü alamayan insanlar.
Deniz manzarası bi yandan, tuğla ve betondan öteye gidememiş, renksiz ve soluk bir bina. Ama ta en tepede. Yeri güzel. Arsası para eder.
Arsa, arsa, arsa... Hayatım arsa be eha, zannedersin emlakçıyım gibilerinden.
Ginayı gezdirmek. Eşşek kadar olmuş be, yeleleri çıkmış... Onu ilk gördüğüm günle bugün arasında 10 boy fark var rahat... Suya girdiğinde sağ kulağı düşen, ama sonra toparlayan eha. Özlemişim feci..
Bronz olmak, akabinde omuzların içler acısı hali. Surat kollar iyi ama omuzlara yazık oluyo be... Bide orayı unutup aniden kaşıdınmı ölmekten kendini alamıyosun ister istemez peeh...

biraz dikkatli gözlerle kuzeye bakıldığı vakit görülen büyükçe şehir vardı ya, şimdi yine ordayım...
Sıçiim böyle işe! Heycanım nerde benim ?
2x sıçiim oyüzden.......
Anlık feryad etme isteği derler buna, al işte...

16 Mayıs 2009 Cumartesi

gittim...
uzaktayım.
gitmeyi bırak, kaçtım.. dayanamıyorum...

High hopes...

aşırı yorgun ve bitik bi günün ardından...
Çok iyi şeyler olduğu için belki sevinebilirim, fakat ne zaman ne yönde olacağını inan bilemiyorum...
Bunun yaklaşımları var üzerimde...
Sadece hayal kuruyorum şimdilik...
Hiç unutmadım, özledim ve istiyorum...
Artık söyliyebiliceğim bişiy yok pek...
Sadece bu yukardakiler...
Ve uyuyorum...

14 Mayıs 2009 Perşembe

fatsa'lı iyi aile babası kartalı.


aklıma geldi, öyle fotolara bakınırken...
şimdi bi kuş tanıtmaktayım...
dünyadaki en hızlı kuş olurmuş kendileri. saatte 240 km hız... Dile kolay.
nam-ı diğer güzel kafa kuşu...
Nitekim insanlarla da yıldızı barışık diilmiş... Yüksek ve çıkılamaz binaların tepelerinde veya işte bildiin dağlarda filan yaşarmış. kuşumuz neredeyse hiçbir fotoğrafçının kesin ve net olarak poz almaması için çabayı esirgemezmiş hiç kendinden... Onu çekebilmek için fotoğrafçı arkadaşlarımız çatılara çıkar, en uygun pozu almak için günlerce orda aç susuz yaşarlarmış... Aç kalırlarmış... Ölürlermiş... Ve tabii bu kuşun en belirgin özelliği de elbette uçuyor olmasıymış... kuşumuz ömrü boyunca göç etmezmiş ve 16 yıl civarı yaşarmış...
Et yermiş hep... Evlenirken mutlaka bir defa evlendiği kuşun ayağına basarmış... Sevdiği şarkılar arasında havuç ve kereviz olmakla beraber, sadece havası inik tenis toplarına mısır patlatırmış... Yazları parçalı ve çok bulutlu, kışları ise bodruma yerleşirmiş...

yarın büyük gün.. Umarım bu kuş uğur getirir bolca... Uyumak var şimdi...


sevgili blog dostum.....

şu güzel kareden sonra, bir de yanında yüzyılın en öfkeli şarkılarından birini dinlerken bi şey paylaşmak geldi içimden. Alakasız deyip geçmeyesin sakın, aman derim.
Aldığım bi haber var ve bu habere pek bi mutlu oldum denebilir.
Keyif var mı desen eh işte. İki güzelliğe tavım elbet, her zamankinden ama şu an için olabildiğince...

Önceden kafamda tasarladığım şeyler var idi. Yaklaşık bi 8-9 aylık denebilir. İlk öğrendiğim anda anca hayal ediyodum... Sonra kesintiye uğradı kendileri. Bir ay, veya daha fazla süredir pek bi iç içeyim bu hayal ile. Geri dönüş... Hayaller ile yaşamak.
Fakat;
Bu sefer bi şeyler farklı, ne bilim daha bi olumlu, daha bi akla mantığa uyan...
Bilmiyorum, şu an için söylemem sakıncalı fakat, bazı hayallerimi gidermeye yarayacak bi şey bu aynı zamanda...
Düşünsene, kafandakini hiç tereddütsüz gerçekleştiriyosun.
Zincir...
Hayallerden oluşmakta... Halka halka... Fakat somut artık. En azından içlerinden biri...
Aslında şu an içim içime sığmıyor desem yeridir..
Yakın bir arkadaşımla yine yakın, hatta çok çok yakın bir zamanda konuştuğum şeylerin, olacakların, olasılıkların hayalini kuruyorum sadece. Gerisi somut dediğim gibi...
Tabi çok yol var ve öyle de kolay değil o işler...
Sadece olsun.. Olduktan sonra şunu diyebilirim ki:
Hayatımda hiç bir şeyi almaktan çekinmicem.
Denemekten de.....
Ve bu da beni mutlu edicek... Öyle ya da böyle, şurda ya da burda, uzakta veya yakında. Umrumda değil gerisi...
Mutlu bir insan olduğum zaman vatana millete hayırlı bir insan olduğumu benden iyi kimse bilemiyor...
ben bi mutlu oliim hele, gerisi ise fevkalade...

ps: komşum arayıp benden dinlediğim şarkıyı istedi. Kendisi 50+.......
Yineliyorum o halde:
Eskiyi çok seviyorum..!!

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Kötü.

zor bi gün... Kendin et kendin bul günü.. Açık büfe, otel, güney, deniz kum güneş üçlüsü.. Alakasız.
Erik truffaz eşlik etti bugün bana bolca... Tanıdıklardan sia var, u.f.o. var... Fazlası olucak kadar zamana da sahip olamadım zaten.
Arkadaşlarımdan bazıları eşlik ediverdiler. Her yönden...
Mutluluk desen yoktu be pek. Çok ciddiyim bugün istesem de yapamadım hiç. Güldüm ettim çok belki ama kısacık dilimler halinde. Ciddi bi insan oldum çıktım, ciddiyet aradım bolca... Aksini kaldıramadım zaten dediim gibi.
Haksızlık olmalı bu...
Mutluluğa engel olumlar...
Ben sen o, biz siz onlar...
Mutluluk demek, paylaşmak demek iken, ve bu yönde hayatımı bir düzene sokmuş iken. En bok günümde dahi bir ağlayıp yirmi gülebiliyorsam. Bunları yapmışsam...
İstediim yerde, istediim kişi ile...
Şimdi... Yapamıyorum...
O hak nerde?
yok, göremiyorum...
Hakkımı arıyorum... Aramam lazım çünkü içimdeki bu, hisler bu. Veriler... Son derece sade.
Hayatın sonu böyle olmamalı.
Benim canım?
Benim bi canım vardı!
Peki o nerde?....
Peki ya paylaşıcaklarım.....
Benimle birlikte bi ertesi günün heycanını yansıtamayacaklar mı?
kendimce basit bir avuntu olarak, ancak bir şarkı paylaşabilirim...

http://www.youshare.com/Guest/82b464b0f881cb44.zip.html

12 Mayıs 2009 Salı

eski ile yeni..
arasında çook büyük farklar olan zaman dilimleri...
çocukluktan şu ana dek geçen süre işte adı onun...
Bir çok şeylerin değişiverdiği zaman süreci.
tüylerin yerini sakalların, açık renk saçların koyu renk saç halini aldığı, devamlı ilerleyen ve sonucu bilinen süreç... Ölüm en son.
Şu an neyseki uzak. Ya da öyle ehe bilinmez orası. Vakit bol daha...
Eskiler ve yeniler dedik di mi...
Ah o eskiler.
Ebeveyn kafaları.
Ben şöyleydim sen de öyle ol demeler mi dersin,
yoksa şu işte çok para var sen de onu yap tripleri mi...
En masum zamanlarını hep iteklenerek geçirdiğin birkaç senelik zaman dilimi...
Taa ki şu yaşıma kadar. Hadi bilemedin bi sene öncesini de dahil edebiliriz...
En çok ilgimi çeken yanı şudur bu arada.
Eskide şu vardı. Eskilerde...
Dert az.. Teknoloji desen pek olduğu söylenemez. Televizyonun yerinde radyo denen birkaç frekanstan ibaret bi teknoloji...
Tam sevgi, tam sadakat ve bağlılık üzerine en müsait zamanlar...
En pembe düşlerin gerçek olmaktan kendini alamadığı vakitlermiş...
Evlenmek dediğin an belli bi zaman dilimi seçilmeden, en yakın en uygun tarihe gün alınırmış... Ve sonuç gayet açık.
Annem ile babam misali.
Sevmek varmış o vakitler sadece...
Geceleri ''gazino''larda eğlenceler, güzel mekanlarda partiler, mükemmel giyim kuşam, özenli bir hayat, biraz gösteriş, hafif budalalık olsa da muazzam bir şıklık yarışı...
Kime bunlar peki?
Kimeyse kimeymiş duyduum bildiim üzre... Ya kadınına, ya adamına, veyahut içinde bulunduğun şimdilerin ciks'i, eskilerin lüks'ü insanlarına...
Tabi aradaki farkı anlatmak bir gün sürer muhtemelen...
Şartlar, şartlar ve yine şartlar.. Geldik günümüze yine...
Zaman farklı ve şartlar farklıymış eskiden.. Zaten bi düşün, radyonun hakimiyeti altında, teleks, telgraf ve mektubun işleyişi...
Günümüzün interneti denebilir..
Sevmiyorum teknolojinin bu kadarını be. Baksana şu hale.
Bir insana ulaşmak adına ne tür zorluklar çekermişsin.
Bi ne biliim ona gülü, sokak başında duran çiçekçilerden değil de, en girilmez denilen bahçeli bir evden, kör aşık modeliyle üst baş engel dinlemeden girip çalıp alırmışsın...
Sevgiyi belli etmek çok kolaymış be eskiden...
Veya ne biliim, gönül çalmak deyimi...
Annem ile babam demek zorundayım 2. kez...
Çok basit, çok sade. En bi güzel anda birleşen iki insan.. Var oluş sebebim kısacası...
Ve şimdi.. Ya şimdi?
Şuraya bak...
Hiç bir şey kalmadı... İnsanlar kendini belli edemez oldu... Her şey çok kolay bulunur ve akıl karıştırır oldu...
Aşk desen artık internette be eha... Bildiğin internette geziniyo binlerce sitede...
En vahimi de, onları buluyor olman...
Hani kimse demiyo, abi ben almiim, ben eskiyi benimsemiş bi insanım... O zamanların saflığıyla en doğru adımı atabilir ve kendimi böyle en yüce mertebde sayabilirim...
Şimdi ne... Zorluk yok hiç...
Aşk oyunları yok...
Var olan da dillerde dolanıyo, herkesin herkesten haberi oluyo...
Dedikodu bile öldü, boşa kürek çekmeler var kendini kandırırcasına...
Eskileri az da olsa, o minik aklımla yaşayıp imrenen bi insan modeli çiziyor gibiyim belki şuan...
Ama bugün bunu paylaştım... Biliyosun, paylaşım benim her şeyim... Paylaşmayı çok seviyorum, beni son derece rahatlatıyor...
Bir kıpırtı, bi ne biliim heyecan uyandırıyor şu zaman diliminde özellikle...
Nedeni belli, kime neye ve ne için...
Eskiden bir rekabet varmış...
İnsanlar, istikbal demez, para demez, kariyer demez pat diye aşkını sunar, ve en ilginci alır gidermiş...
Al işte, günümüz ebeveynleri...
Böylelermiş..
Ama şimdi...
Şu dünya vaziyetlerinde, şartlarında bu yapılabilicek en küstahça şey..
Biraz bencillik de olur hani...
Asla...
Bu sadece bir paylaşım yukardaki yazanlar...
Eskilerden duyduğum, gördüğüm ve az da olsa gözlemleme şansına erişip şuracığa döktüğüm bilgi birikimim...
İyi ki duydum, iyi ki biliyorum onları ben...
Ve iyiki paylaşıyorum...
Bir duyanım, okuyanım var çünkü, bu da bir gerçek...

Burada hayat yok... Ama başka yerlerde hayat olabilir...
Yeniden hayat bağlılığı kazandırabilicek ilgi çekici hayaller ve arzular...
Bunlar olabilir bi yerlerde... Amerika, ispanya, ingiltere, kanada veya ne bilim avusturalya...
Kangurular, filler, horozlar, gayda, kuzey ışıkları.....
Her şey görmeye değer...
Bir amaç doğrultusunda her şey olağan, olması gerektiği gibi belki de...
Ama türkiye'ye oranla neredeyse sıfırdan başlanacak mükemmel bi tecrübe...
Yaşamak gerek..
Yaşaman...
İdeallerin ve istikbalin en önde ve en yüce...
Belkide bu çok acı, çok acı verir birilerine...
Ama bu acı uzun sürmez...
60 yaşında emekli olduğun vakit toplarsın meyvelerini ve, iyi ki yaptım dersin...
Bakış açım...
Herkes bir bireydir ve özgür iradesiyle bir yerlere gelebilir...
Şu dijital dünyada malesef ki eskisinden daha çok tek başınadır insanoğlu...
Zalimce çok...
Ama öyle olması lazım... Çünkü nüfus hızla artıyor... Kirlilik, sıkıntı, stres, zorluk derecesi vs...
Her şeyiyle.. Katlanarak çoğalan zorluklar...
Ve ne acıdır ki,
bunların üstesinden bir birey olabilmek ve kendine yetebilmek adına tek başına gelmek zorundasın...
O meyanda fırsatı olan insan olur yanında.
Malesef seven değil eskisi gibi..
Sadece sevmek? Aşk?
Hiç bir şeye yettiğini zannetmediğim iki çok önemli hayatımın anlamı...
Malesef...
İşte ben,
bunun için varım yinede... Hem kendim, hem de özel'im adına...
Günlerce düşünüp ulaştığım en son ve en güncel merteb bu işte..

Bir krallığın olsa dahi bu böyle...
Saldığın vakit, ertesi gün neler değiştiğini gözlerinle görebileceğin ve zararlarını hemen anında anlayabileceğin bir düzen...
Yeni düzen...
Eski vardı bi aralar...
Ama artık yeni var...

Keşke yüz yıl önce doğmuş olsaydım...
Belki nebiliim, arabada değil de, gerçekten de gerçek, sıradan ama bi o kadar sıradışı bir köşkün şamdanları hakkında konuşuyor olsaydık...........
Ya da perdeleri....

11 Mayıs 2009 Pazartesi

Geçmişi seviyorum.


Daha henüz çok ani oldu sayılır. Daha demin öylesine buralarda gezinirken geldi aklıma...
Eskiden her pazar yaptığımız şeydi lunaparka gitmek... Bilemedin Cumartesi... Bayramlarda zaten yerim orasıydı. Ama hiç sormazdım, baba işin var mı, mecalin var mı, ister misin vs. eha..
Aklıma gelen şey aslında çok alakasız fotoğrafla. Doğrusunu söylemek gerekirse, orda hiç bi fotoğrafım olmadığı için daha öncesinden, onu koyamadım... Hayret.
Korku tüneli vardı. Dışardan evcilik oyunu'ndaki evler gibi görünürdü bana. Hatta hiç korkutucu gelmez, sanki oyuncak gibi, içerde elinde şeker olan dedeler filan karşılicak hissi verirdi bana...
Korku tüneline babamla girerdim, zaten hep o götürürdü beni lunaparka...
Şey olurdu içeri girdiği zaman o raylı sistem.
Sağdan soldan vampirler, bi efendime söyliim çeşitli yaratıklar, mumyalar, kana boyanmış adamlar vs...
Ama o korkutmazdı beni...
En çok kafamın üzerinde, karanlıktan dolayı hiç anlayamadığım bişiy olurdu...
Bişiyler hep saçımı çeker çeker ve bırakırdı... Ama bunu periyodik yapardı...
Ben de babama sorardım ehe, ''baba saçımı çekiyolar'' diyip biraz eğilirdim ki onlar değemesinler bana... Ama nafile, her türlü...
Babama sormuştum. Dayanamamıştım hiç unutmuyorum eha.. O sarı saçlı hallerim işte, yaş 4-5...
Kendisi meğersem yarasalarmış. Ve yarasalar saçımı çekerlermiş...
Ve şunu anladım ki,
demek ki babam bir yarasaymış ehe...

21 aralıkta yanındayım...
Bi söz vermiştim sana yakın zamanda, hatırlıyosun di mi?
Onu da yerine getiricem...
Sözümde durucam.
ben......
imkanlar azalırken,
ya da azalma yoluna sapmak üzereyken...
bu halde,
bu şartlar altında.
yinede
eskisi gibi
''eskiye çalan''
yüzümü güldüren, güldürten...
sınırlı sayıda paylaşan
ama paylaşırken ''yeterli'' gelen
tatmin veren
elbette severek
ve bi o kadar da sevilerek...
Gizli ama bi bakıma apaçık...
Şifreli belki,
ya da kotalı...
birtakım imkansızlıklar dahilinde kısaca!
Rüyalar görme ihtimalini,
Görmüş olmanı...
bana uyuz olmanı, akabinde şahsıma vurma-kırma-parçalama... İtip kakma isteğini.
Bunu dile getirmeni de sevdim çok.
Ben seninle,
işte bu durumda bile güzel konuşmayı,
belki de güzel konuşabiliyor olma ihtimalini gördüm...
ve ben onu....
Sevdim..
Çok sevdim be....

Korku yok!!! Olmasın... Tek bir hedef olsun ve ona ilerlensin... Yaptığın gibi.
Öyle rüyanda gördüğün gibi sözlerim public diil hiç...
Özel onlar... Çok.
İşte bu yüzden iyi uyumalısın.
Ve güzel uyanmalısın...
Güzel rüyaların olduğunda anlatmasın en önemlisi...
Korkusuzca...
Anladım ben üzmeyi çünkü. Korkma benden... Sakın korkma.
Asla!

şimdi ise,
sana günaydınlar bolca...

10 Mayıs 2009 Pazar

sıfır sıfır sıfır?

Üç,
bilemedin dört yaşlarımdaydı...
Hayattan habersiz, daha bildiin en başta... Dert - tasa filan oyuncağımın kırılması, koltuğun altına kaçması filandı max... O da balık hafızam sayesinde 2 dakika yalancıktan zırlamalarımla unutuluverirdi ehe.
Üç, bilemedin dört yaşlarımda...
O vakitler Kınalıada'da yazlığımız vardı... Her yaz orda vakit geçirirdik... Babam bizi oraya yollar, işine gücüne bakar, haftasonları gelirdi yanımıza, oyüzden fazla göremezdim...
Kınalıada'da yukarılarda bi kilise vardı, hemen onun bitişiğinde mükemmel güzel bi yerdeydi yerimiz. Çan sesleri duyardım günün belirli vakitlerinde eha çok iyi hatırlıyorum.
Ama nedense hep itfaiyeler vardı. İlk gördüüm anda oyuncaklarımı bile unutturduğunu hatırlıyo gibiyim.. Veya annemin ve babamın söyledikleri doğrultusundadır bu görüşüm pek emin diilim...
Yokuştan yukarı her gün çıkan itfaiyeleri beklerdim bütün gün oturup bahçede...
Bi de ne vardı biliyomusun, o bana kocaman devasa gözüken itfaiyeler çıkamazdı öyle kolay yokuşu, önümüzdeki yoldan yavaaş yavaş ağır-aksak ilerlerdi. Ve ben deli olur onları izlerdim...
Merak edip sorardım bunlar nereye gidiyolar diye hep...
Onlar senin için ordan geçiyolar derdi babam...
Bayılırdım çok, o an benim için herşey biterdi ehe, gülerdim bolca...
Ve ben.
Günlerden bir gün, çevirmeli, döndürerek numarayı çevirdiğin eski tip yeşil telefonumuzdan, rastgele bir numara aramışım. Daha doğrusu bana en makul ve şekilli gelen numara nedense 0 mış... Sıfır...
Ve ne gariptir ki o üç sıfır yanyana konulduğu vakit ''itfaiye'' nin numarası oluverirmiş...
Hep ararmışım o gün bu gündür...
Büyüyene dek... O evden taşınmamıza dek...

Yüzleşme...




where did your heart go ?
wham'dan gelmiş gelmiş en önemli eser olsagerek...
bu bi kenarda dursun bakalım... heh şöyle!

şu yukardaki kare ise alakasız.. başka dünyalardan o kesinlikle.
parşömenler ise basit bir ajanda ve camdan legodan ibaret gibi durmakta.
kırık bi kalp her iki yanda..
k ı r ı l m ı ş l a r ....
çok üzüldüm... tamamen alakasız..

benimle tamamen alakasız bir kare birdefa... Nitekim kalbim sağlam, gayet yerinde ve tıkır tıkır rutinine devam ediyo görüldüğü üzre...
Yine aynı yönde attığını söyleyebilirim.
Değişiklik mi olmalıydı?
Olsun mu?
Değişiklik midir iyi gelen?
Ritim değişikliği bir hastalık diilmidir? bir bozukluk...
Rutini bozmak?
Bu mümkün değil...
Rutinlere gelmek.
Bunun hiç kolay olmadığı gerçek...
Gerçeklerle bezeli bir ortam. Sağım solum gerçeklerle dolu acısıyla ve tatlısıyla...
Heyecan yaşamaktı hep hayalleri süsleyen.
O heyecanı bulmaktı öncesinde.
Daha öncesinde aramaktı...
Daha da öncesinde ise ağlamaktı...

Kaçınıyorum yargılarımdan... Yargılanmaktan da çok korkuyorum artık.
ortak paydada bütünleşien iki farklı anlam... yargı yargı yargı.
yargılarım bana huzur veren, ne acayip...
Ama yargılanmak... O radde niye gelirsin ki korktuğun başına gelsin istemeden?
dimi... Niye?
Tarifi yoktur hiç onun.
Çünkü tarif edersen yargılanırsın ister istemez.. Üzersin, kırar- incitirsin...
Döner dolaşır sana gelir bumerang misali. Patlar ama ışıldamaz. Sadece acıtır, acı verir o patlayış...
Verdi.
Ama kalbim demiştim. Atıyo demiştim ve atmaya devam edicek de demiştim hatırladıım kadarıyla...
O halde?
Üzülmek yok, üzüldüğüm yok...
Kalp atıyosa eğer sorun yok çünkü...

Ama.... ama;
tökezlediği vakit en ufak, masajı hakeder...
Fazla bastırmadan, usulüne göre...
Kalp masajı çünkü o ... Aman, içinde çok değerli şeyler var.
Biraz yorgundur, eşi vardır onun.
Sadece yakınındaki sıcaklıktan uzaklaşıyor oluşu üzmüştür, geçicektir...
Aynı kalple, aynı sıcaklığı elbet hissedicek ve birdaha teklememek üzere rutinine geri dönecektir...
Rutinim sadece bir kalp atışı... Yönü belli, işleyişi daha bi belli...
Üzmesin eğer soğuksa, üşütüyosa... Üzmesin. Dayanamaz, hiç istemez...

Çünkü o kalp her şeyi anlar bilir..
O kadar incedir ki o kalp... İçinde gizler... Sindirir, yutturur, yalanlara inandırır...
Ama bi yerde ritmi bozuldu mu anlaşılır neyin ne olduğu...

Ritmim bozuldu.
Fakat
Ritmini bozamam.
İşte o zaman önce üşür, sonra soğur ve sonunda cansızlaşır...
Tıpkı uzaklar, hiç bilinmeyenler gibi... Çok uzaklar...
Ritmini bozamam...
Çünkü senin ritmin bir dönem beni yaşattı.
Ritmimi bozamam, seni ve güzel anları bir çırpıda silip atmak istemem.....

Merak yok...
Önce kendim sonra sen çünkü..
Çünkü,
sen, ben... Veya ben, sen........
kısacası ben insanları çok seviyorum... Ve onların dertleri olmamalı...




beni üzer... Bu da seni üzer...
Üzmeyecek...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

evet.
inernetim yoktu ama geldi sonunda...
baya olmuştu olmayalı kendisi.
aslında hiç de gerek yoktu diyebilirdim ama bi yandan okadar da kesin şeyler söylemek olmuyomuş ben bunu gördüm.
Birtakım yerlere bakmam gerekiyodu, nebilim pembe sayfalar mesela... Baktım da...
Daha sonra mailler bilmemneler derken günlük misyonumu tamamladım sayılır.

Ve elbette..
Şunu söylemek isterim ki; dijitallik mahrumu olduğum vakitler pek bi güzel olmasına rağmen kötüydü de bi okadar. Sanki 15 gün veya 20 günüm 1 yıl ve civarı kadar uzun geçti denebilir...
Hoş şeyler başta olurdu hep. Çok güzel şeyler, hep bi karşılıklı.
Sonrasında neyin olduğu belli. Yeni başlayan ve süregelen bi direniş ve diriliş demek doğru olur. Her şey aşama aşama gerçekleşiverdi ve bu çok kısa sürede oldu. Göz aç, göz kapa, bi bakmışsın neler olmuş neler bitmiş, nerelerdeymişsin de nerelere gelmişsin...
Buraya yazmış bulunduğum şeylerden tut, şu an yazdığım, ve yazıcağım şeyler arasında his farkı veya fikir farkı değil belki ama, birtakım şeyler hiç eskisi kadar kolay diil sanki... Ve bunu bilmek çok acı... Hisler, fikirler ve istekler hep aynı kalıcak, ama bişeyleri isterken, dilerken, beklerken, arzularken hep önce düşünülecek ve sonra ''alışılmış''ın dışında yeniden yorumlanacak.... Acı çok, çok hemde... Ne biliim. Rüyalarımı ve hayallerimi paylaşmaktır benim en sevdiim. Ama özel bi şekilde, özel makamlara anlatmak işin aslı. Ve elbet haz duymak sınırsız...
Kağıda yazılacak onlar unutmamak için. Normalde unutulabilir olanlar, içe atılıcak... İçin içine sığmadığı zamanlar belkide bugün yaptıım gibi kağıda o an o dakika aktarılıcak. Ve yine de acıdır ki belki benden başka bileni olmayacak...
İsteyeni olmadığını sanmıyorum, o imkansız. Fakat.........
Üzücü be, çok üzücü ve moral bozucu yeterince...
Bazen en yakın veya normal bi arkadaşımın bana ve benim yaşantım, özel'im hakkında yaptığı yorumlara imreniyorum... Her şeyin bi çaresi var gibi gösteriyolar ve ona göre yorumluyolar.. Sanki her şey kolaymış, çok çok kolaymış gibi iki üç cümlede reçeteyi yazıyolar...
İmreniyorum... Reçetelerin yazdıklarına elbette... Onlar der, onlar bilir.. Onlar zamanında hep yanımda olmuşlardır ve bi şekilde iyiyi doğruyu bana öğretmişlerdir, dinlemişler ve öğrenmişlerdir... Benim de faydalarım dokunmuştur her birine...
Ama bi noktada nasıl bi tıkanıklık var ise o da o imrendiğim tarz yapılan ''her şey güzel olucak'' umutlandırmalarıdır benim için... Tıkandım. Çok tıkandım evet...
Aslında nasıl ihtiyacım var bi bilsen o gazlara, her türlü iyi yönde olan melekvari laflara...
Herkes bi melek oluveriyo çünkü o an.. söyledikleri de yüce makamda oluyo ve hepsini dinlerken huzur buluyorum... Bir tek aksi bişey söyleyen olmadığı için bu işi çok seviyor durumdayım...
Ama.
Gel görki, her şeyi bileni de benim yaşayanı da, ve umutsuzca umuda doğru yolculuktan zevk almayı kendime pay biçen de... Bir oyun gibi, yaşım ufacık tefecik ama oyun oynayarak bişeylerden uzak olan...
Hep derim, hep söylerim, benim ufaklığım hakkında düşünmeyi severim...
Özel şeylerimi özellikle en özel olanına da paylaşırım ve bundan büyük haz duyarım... İçimde yaşamam, dışımda ve içimde yaşarım hep...
Özel!
O özelimi o kadar özledim ki artık...
Alışkanlıklar güzeldir çünkü.. Alışkanlıklarım hep güzeldi...
Ben sana alışmışım sözü de bi diğer yandan.. Bunu duymak güzeldi, yüceydi...
Şimdi ağlıyorum, gözlerim doluyo... Bunu hiç saklamıyorum. Çünkü, saklayamıyorum........ Mecal? Yok ondan pek....
Günler geçiyor ve alışkanlıklarım o kadar ağır basıyo ki içimde çaresizlik hükümdar koltuğunda rahat rahat oturuyo... Sanki hiç bi yere kalkmayacak, senelerce bu babadan oğula geçercesine bi dominasyon olacak... Üzücek, üzücek ve yine üzücek....
En yakın dostum arkadaşım canım olan insan, pazartesi saat 11 sularında istanbula, yanıma ayak basıcak olan her şeyim Cihan...
Hayallerim var, seni biriyle tanıştırmak istediğimi söylediğimi hatırlarsın... O insanı sana anlattığımı...
Üzülüyorum be çok... Üzüyorum belkide bundan da eminim... Ama üzmemek istiyorum...
Ben bencil mi olmuşum yoksa onu akıl edemiyorum.. İnan edemiyorum hiç, kendi çıkış noktamı her arayışımda bazı kriterleri hiç hesaba bile katmıyorum... Çok acı...
Çok seviyorum
ve
Çok özledim...
ağırlık olan o işte....
Seviyor ve belki de çok özledi........
Ama ağırlık yok...
Hayat daha yeni başlıyor benim adıma... Onun da yakında...
Ve payıma düşeni, vazifem olanı sonuna dek yapmak... Bir misyon olarak...
Çok seviyorum tekrar... Çok... Delicesine...
Ve istiyorum...
Görmek, görmek ve görmek... Zaten gerisi bi şekilde gelir...
Artık temas için aramızda elektrikli teller olsa dahi göz teması, aynı havayı soluyor olmak...
Paylaşımlar..........
Seni çok seviyorum... Yazamicam artık....
Ben kimseyi üzmek istemedim hiç... Kendimi dahi...
ağla, kurtul............................ Kurtulabildiince.......................... Tamam mı......

2 Mayıs 2009 Cumartesi

internet'in anlam ve önemi...

önemlidir baya işte, önemliymiş ben onu gördüm...
yaziim dedim şaşırtmak amaçlı.............


I hate all of technologies ayrıca...

Hadi şaşır...