26 Eylül 2009 Cumartesi

+18

evet...
doğmanın zıttının ölmek olduğu gözle görülür biçimde apaçık ortada artık herhalde.
aksini iddia edebilicek varsa çıksın karşıma kahve ısmarliim!
her neyse...
doğmak demek dünyaya gelmek demektir malum.. marsta olsak marsa gelmek de olurdu.
durumu 1 level daha abartırsak şanssız bir insan evladı için göktaşına geldi de diyebilirdik orda gerçekleşiverseydi... peeh!
tabi her geyiğin de bir sonu olmalıdır.

şöyle bir döngü var kafamda. ölmek için doğmak gibi... fakat bu döngüyü tersine çevirirsek, yani ölmek için doğduğumuzu pat diye ortaya attığımız vakit aklıma ilk olarak annelerimiz ve dolayısıyla annem geliyor... içler acısı bi düşünce olduğu kesin.
içerde uyuyor kadın dünyadan habersiz rüyalar aleminde. pirelerle tango yapıyo 2. dereceden...
peki neden aklıma annem geliyor? çünkü benim ölmem için doğmamı sağladığı üzere...
eğer kendi başımıza doğuyor olsa idik kendiliğimizden çıkıveriyor olsaydık durum tamamen yukarda dediğime gelirdi... her neyse. beyin fırtınasına hoşgeldiniz!

biz ölmek için doğuyor olmamızı ele alalım derim.
öyledir ya da değildir bu tamamen bir önermedir doğru ya da yanlış. açıktır önermem herkese her fikre. iddia etmiyorum çok şükür ehaue.

''doğmanın zıttı ölmekse peki yaşamak nedir bana bunu açıklayın...
e-posta filan atın...''
zannedersem bi 3 sene önce sağa sola yazdığım bişeydi bu, o kadar oldu herhalde...
tabi bazı şeyleri sorgulamak doğru değildir orası öyle, didiklemekle ele bişiy geçiceği filan yoktur o açıdan.
ama yinede bi düşünmeye itebildim ben şahsen kendimi.

yanıt ve yanıtlar aramak için düşünmüşlüğüm var bunu. fakat tamamen kuru kalabalık cevaplar verdim kendime, vermiştim enazından...
gülmek, ağlamak, koşmak, yürümek, çalışmak, işsiz kalmak, uyumak, uyanmak, yüzmek, güneşlenmek, spor yapmak, okumak, ders çalışmak, kendini işe kaptırmak veya nebilim otobüse binmek...
yaşamak, bunlar ve daha niceleri gibi eylemler bütününe verilen ad ise ben ne bokuma bunun kesin ve net açıklamasını tartışıyorum orası vahim oluyor.

bir klişe vardır... gidenin ardından söylenir. öldü ama iyi yaşadı denir onun için.
iyi yaşadı derken şimdi bu adam hem zehirli bir yılan tarafından sokulup hastanelik olmuş, bi'nebilim ayları belkide yılları bir hastalık ile mücadele şeklinde geçmiş, kolera olmuş, aids, kanser olmuş.... bir diğer yandan da dünyanın en zengin en saygın bir insanı olmuş, bir arap nebilim veya japon atına ters bile binebilecek lükse, kıçını ünlü ingiliz tuvalet kağıdı devi ''the paper'' ile silebilmiş, bu tip şeylerle bezeli bir ömür sürmüş ve milyonların arkasından ''iyi adam'' dedirtmiş bir insan da olabilir. veya hepsini geçtim, gayet ortada bir adammış kendisi, düz adam'mış...
bu eylemler bütünü bizim yaşamımız mı oluyor?
bütün hepsi gerçekten bu mu?
meksikadan topladığın kahve çekirdeklerini en alakasız grönland'a gidip boş bulduğun bir buzul kırığına ''ah elimden düştü'' diye bırakıvermek da bir iştir çünkü...
mutluluk, üzüntü, yarım sevinç, yarım hüzün...
yaşamayı şimdi bu modlarla ele alıyorum.
konuyu daha yüklemlere dayalı olarak ele alıyorum.
yüklem nedir?

Ahmet bana kalemini ucunu bir güzel açarak ve kıçıma en güzel girebilecek şekilde VERDİ... budur...
ortada kalemin ucunu bir güzel açarak delikle doğru orantılı olarak kalemi veriş eylemi olsa da olay AHMET VERDİ'den ibarettir...

''ümithan öldü'' diyelim...
ümithan demek doğmuş bir kimse demek ümithan diyebiliyosak doğmuştur bu kesin...
ve öldü diyoruz. o doğan herif var ya öldü...
iki ucu boklu değnek.

bence yaşamak nefes almak demektir. bu kadar oyalamak istemezdim kimseyi üzgünüm ama budur yani...
safsatanın dik alası, paradoksun bel kemiği olsa da çoğu cümle, ortada bi sonuç olmasa da, biraz derin düşününce hiç birşeyin öyle ''nefes almak'' diyebilicek kadar kolay olmadığı da bi gerçek...
ama yine de iddia ediyorum, yaşamak nefes almaktır!

saygılar.
belgin doruğun 3. sülaleden yakın akrabası ferzanettin özkaymakam ben...

18 Eylül 2009 Cuma

Ümithan Şardağ GK

futbolcuydum bi zamanlar...
evet. yemin ederim futbol oynuyodum.
önce sağ açık mevkiinde şansımı deneyip, dönemin rüzgarın oğlu adı verilen takım arkadaşıma yerimi kaptırdığımı çok iyi hatırlıyorum.
sağ açık mevkii maceram çok kısa sürmüştü!
daha sonra yine aynı takımda kalecilik yapmaya başlamıştım. deli çalışırdım orda burda, her yerde her zaman beton sahada asfaltta toprakta çimde halıda, sahaya benzeyen her yerde kaleciydim artık.
'incirlibostanspor' klübünde kaleciydim. The Incirlibostan S.K.!! woah!

ve hatta bu kalecilik, ortaokul, lise ve üniversite 1. sınıfa kadar sürmüştü...

nitekim gelgelelim bacaklarımı doksan derece bile açamıyor vaziyette ve ciğersizlikten morarıyor olmama rağmen yinede devam eden bi kaleciliğim var...

aslında fena da değilim?

hadi canım sen de......!

15 Eylül 2009 Salı

arınma vakti.

sanırım artık dönemsel olarak veya yapabilirsem kalıcı olarak sigarayı bırakmak istiyorum. bugün 1. günü doldurmuş bulunuyorum.
çok ani bi karar olduğu çok net.
tabi çevremden duymuş olduğum ''ben sigarayı azalttım, sigara içmiyorum çok, artık iğreniyorum' gibi laflar beni 'neden olmasın' a sürükleyiverdi.
ve sonunda... olan oldu....

bu arada evet herşey tozpembe değil malesef. gündüz beynime beynime baskı yapan nikotin krizini aşmak pek zor olsa da, bunu sokakta temiz hava alarak gayet kolay atlattım.
ve tabi basket maçı, pizza siparişi, oyunlar, müzik vs. herşey lehime oldu bugün.
tek sorun 90 kiloyu aşacak gibi yemek yememdi.
2 adet büyük boy pizzayı elime aldığımda net 3 kilo vardı zaten ehua.
ve o pizzadan sadece 2 dilim kalması, bişeylerin hakikaten de savaşını verdiğimin ve kararlı olduğumun göstergesi olmasını ümid ediyorum.
açıkçası kendimden yüzde yüz emin olmamakla beraber, bu işi aslında hiç büyütmeyecek kadar kolay aşacağımı da görüyor gibiyim...

sizde bırakın.
saygılar!

11 Eylül 2009 Cuma

Son dakika!

anadolu ajansından aldığım net verilere göre istanbul'da bir gencin hayalleri yıkılma noktasına gelmiş. kendisi akşam saat 10 sularında, çok istediği birşeyin olmadığı hakkında biryerlerden bir duyum almasıyla birlikte yıkılmış ve morali çok bozukmuş. yetkililer bu durumun uzun sürmesinden endişeleniyor. fakat genç adamın yaptığı basın açıklamasında bu durumun aksine durumun aslında o kadar da beter olmadığı ve kendisi için 'durum üzüntü verici fakat her şey öyle ya da böyle hayat devam ediyor' şeklindeki görüşe sahip olduğu görülmekte. bu durum akıllarda soru işaretleri barındıradursun, cidden moralim bozuk...
olsun, düzelir...

sel riski varsa üst kattaki komşunuzda kalın!

evet...
hatta hortum riski varsa mutlak zemin katlardaki komşularınıza gidin.
deprem riski varsa mutlak bahçede yaşayın, çimler kediler filan.
evet!
bu ülkeyi yöneten zihniyet budur çünkü.
hani olurdu ya, sene 1400 ler filan. şehirlerde din adamları olurdu, herkesi toplardı halk namına meydana ve orda vaazlar verirdi. herkes dikkatle dinler, ve onlardan korktukları ve körükörüne inandıkları için onların bir dediklerini iki etmezlerdi, dinlerlerdi kuzu gibi...
sene şuan 2009 ama zihniyet elbette 1400 lerde çakılı kalmış. ondan bir adım öteye götürmek istemezler çünkü en iyi sömürü vakitleri o vakitlerdir.
düşünsenize halkın ayaklanıp ya sen ne diyosun kardeşim dediğini hep bi ağızdan.
o dönemlerde direniş gösteren azınlıklara şiddet uygulanırdı, eğer direniş devam ederse kılıçtan geçirilirlerdi.
şimdi farkımız ne ki?
göster direnişini yiyosa. hayır efendim risk varsa eğer bu senin başarısızlığındır de, senin senelerdir tamamlayamadığın altyapı ihmalleri yüzünden burada olmamalısın de. burayı haketmiyorsunuz de...
de bakalım...
2 yol var onlar için...
he deyip geçmek -ki bu çok sık yaptığı şeydir bu dimağların.-
veya en büyük ortağın olan polis teşkilatınla önce bi korkut. baktın olmadı, kendilerine verdiğin abartı yetkilerini kullanmasını iste... sonra hapse attır birer birer. hapislerde kötü muamele et. sustur, sindir. bezdir oracıkta...
bunu gören dışardakileri de böylece korkut.. sussunlar..
köleniz olarak ömrümüzü sürdürelim 1400 lerde...

koltuk sevdası. bu kadar olurmuş...

bu arada r.t.e. ''nehirler intikamını aldı'' dedi...

iyi savunma : )

9 Eylül 2009 Çarşamba

müstahak ilimler

bu sene de iyi yağmur yaptı be!
müziğin sesini bastırabilecek kadar çok yağmur işittim bugün.
işin garibi, silivri ve çatalcada derinlik 2 metre filan olmuş, arabalar denize sürüklenmiş. çok acayip bi görüntü vardı tv'de izlediğim kadarıyla. tam bi felaket görüntüsüydü.
bide o insanları ''kepçe'' ile kurtarma rutinleri yokmu şu türklerin!
sanki insanlar moloz yığını veya bi efendime söyliim beton, taş, tuğla filan.
gerçi müstahak bazı şeyler, öyle olmasak çoktan karşı çıkardı o insanlar, lan biz buna mı layığız derdi.
bot denen bişey var hatta birkaç tane bottan da birlik doğardı gayet. zemin su nasılolsa. şantiye değil ki oralar kardeşim. bildiğin villaların filan olduğu güzel sokaklara sahip yerler.
insanımızda iş yok abi. malesef.
hepimiz yavru ördeğiz!
mutlu yarınlar türkiye. ben ali kırca.

3 Eylül 2009 Perşembe

dikkat !

''kediler salak hayvanlardır'' demek istemiyorum.
şehirde yaşamamaları, enazından istanbul sokakları için uygun olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim... bu daha uygun.

kaldırımdan yürürken siz siz olun, bir kedinin üstüne üstüne gitmeyin. önce bi durun, sağınıza solunuza önünüze arkanıza filan bakın. araba geliyomu gelmiyomu kontrol edin... kedi sevin ya da sevmeyin ama bunu mutlaka yapın...
çünkü bu yaşam formları, sizden korkup aniden yola fırlayıp ezilebiliyorlar...
ben 2 defa yaşadım.
3. sünü de bugün yaşayabilirdim. çok net olabilirdi bu ama olmadı...
neden? çünkü bu yüzden...
sonra bir kedi sahibi olarak elim ayağım gider, evimdekinden utanıverirdim.

sevgiler, nasuh mahruki ben grönlanddan.

ömürden ömür yiyen lanetolası sessizlik önleyiciler!

tabii temelde çok iddialı başlık, göreni hayrete düşürüp meraklandıracak nitelikte olduğu aşikar. neyse, havaya girmişken devam edeyim...

uvuvuvuvuuu.......!
evet sesimiz temelde böyle. sistematik bi şekilde dalga dalga gelişim gösteren bir yapıya sahip. kendisini yürekten tebrik ederim.
bilgisayar fanından bahsediyorum elbette. temizlememe rağmen canım cicim yapmama rağmen beni benden alan 2x yürekten sesiyle saygımı kazanmasını bildi kısa zaman diliminde.

merak ediyorum, soruyorum kendime. biz ne zaman şu iğrenç sorunlardan tamamen kurtulup 20 yıl 30 yıl hiç elini sürmeden sorunsuz çalışabilen aletler yapacağız?
soruyu burdan soruyorum, malum günde 681.000 hite sahip bir blogum var!
saygılar.

ahmet mete ışıkara ben. rasathaneden.

2 Eylül 2009 Çarşamba

16



günlerden saç sakaldan arınma, insana dönme günüydü evet...
insan olmak! büyük vasıf!
eminim herkes insan olmayı seviyordur benim kadar.
bazı günler bir elin üç parmağını yanyana koyupta, sakalınla parmaklarında tur atabiliyorsan o vakit insan değilsindir.
insan nedir? insan budur. saçı sakalı az olan, orantılı olandır...
bayanlar için yakışanı neyse odur tamam da bizim için asla, ben bunu gördüm!
herneyse. bu son idi.
artık yaşımın gerektirdiği gibi davranıcam.
ne bilim, gazeteyi okumaya ilk sayfasından başlamicam tabii; yine gidicem en son sayfadan geriye doğru kur-an okur gibi filan okuyacam. veya sabah uyanır uyanmaz yurtta olan bitene saldırmicam tv karşısında.
daha akılcı şeylerle yola koyulucam.
örneğin bu lanetolası saç ve sakal uzunluğum gibi!

hayır o kadar lanet etmişim ki, şunu şu dakika şuraya yazdıklarımdan rahatlıkla anlıyorum ve onaylıyorum, böyle baba onayı filan veriyorum ''hmpfs'' efektiyle bezeli...

geçti gitti. eterli-yeterli. biraz insan olma vakti gelmişti geçiyodu bile. tam ucundan yakaladım ipi.
ve ben bunun şerefine,
caddebostan sahile gidip ölümüne içip kusmayı hedefliyorum. daha sonra teen bayan dostlarımın beni taşımasını istiyorum. elden ele sahneye fırlamak istiyorum.
YOK ARTIK!
elbette bunları istemiyorum.
şimdiyi sakin geçirmek, önümüzdeki günler için de beklemek...

şimdilik bukadar.
iyigeceler!
kerpiç fırındadoğan buarada ben israilden...