22 Şubat 2009 Pazar

Q

Bugün çok önemli bi gün..
Winamp'ta add to Queue yapmanın tuşunu buldum ve...

1 - last night i dreamt that somebody loved me
2 - robbie williams - no regrets
3 - les respectables - amalgame
4 - beady belle - closer
5 - beady belle - ghosts
6 - leonard cohen - first we take manhattan
7 - leonard cohen - i'm your man
8 - llorca - indigo blues
9 - morrissey - when last i spoke to carol
10 - praful - teardrop butterfly
11 - koop - gloömd
12 - stellastarr* - in the walls
13 - the stills - killer bees
14 - sakin - edepsiz komedya
15 - sakin - dönsün
16 - suede - so young
17 - suede - animal nitrate
18 - the do - on my shoulders
19 - the knife - marble house
20 - the shins - new slang
21 - tim booth and angelo badalamenti (booth and the bad angel da olur)- dance of the bad angels
22 - travis - turn
23 - mazhar alanson - ah bu ben
24 - hooverphonic - mad about you
25 - eva cassidy - autumn leaves
26 - eva cassidy - fields of gold
27 - jay jay johanson - even in the darkest hour
28 - patricia kaas - where do i begin
29 - morrissey - let me kiss you
30 - pulp - underwear
31 - radiohead - no surprises

böyle bi liste oluşturdum... Çalsınlar bakalım.

17 Şubat 2009 Salı

Dream Brother...

Yeni sayıda tekrar beraberiz?!

Off of. Güne birtakım allahın cezası mertebde bi elin parmakları kadar sayıdaki şarkıyla başlamak neyin nesidir nedendir niyedir bilemedim.
Jeff Buckley eseri bu seferki. Grace Albümünden. Hatırlayamıyorum kaç nolu şarkıydı ama başlarda biyerde olsagerek.
Şarkı ne hakkında? aslında çok basit, tabi sadece dinlemek yetmiyo biraz da araştırınca bu şarkı jeff'in yakın bi arkadaşına ithaf edilmiş bunu görüyorum. Böyle nebilim biraz uç biraz aykırı, aşırılıkları olan bir arkadaşmış bu bildiğim kadarıyla. Bi gün o arkadaşını arayıp ''sana şarkı yaptım'' demiştir, şarkı öyle bir hikayeye sahiptir. ayrıca ayarı basmıştır bi nevi arkadaşına acı acı. Ha ayrıca onu 6 aylıkken terketmiş babasına da göndermeler mevcuttur şarkıda. Ki o da Tim Buckley olur, boru diil.
Şimdi o diil de benim en ağrıma giden şey şudur ki, Jeff arkadaşlık açısından pek bir verişken bir insan, ne biliim arkadaşlarına ithafen şarkılar yazmalar etmeler, O dönemin sahip olduğu daha az sahte müzik ruhunda çok önemli bir olaydır. Düşün bunu ilk albümünde yapıyosun!?!
Ve gelgelelim bu insan bir arkadaşına, ona küçük bir hediye olsun şeklinde nehre dalıp oracıkta kaybolmuş, boğulmuş, ölmüştür.
Bu büyük insanın geride bıraktığı yalnızca bir stüdyo kaydı ve birtakım konser kayıtlarından başka zerre kalmamış olması çok acı.

Bu arada bir dipnot; Bu arkadaşı olacak şahıs bir müzisyendir ve şu ana dek Jeff hakkında tek bir yazıp çizmemiş, onu yaşatmak adına tek bir adım atmamıştır.

Ama Jeff yine iyi, Hediyeyi verdi gitti...

last night i dreamt that somebody loved me

Evet aynen.

Ömrümü çürüten bir kısım ''sabıkalı'' şarkılardan biridir bu... The Smiths eseridir 1987 tarihli. Strangeways, Here we come' dır albümün adı. Tracklistte 6 no ya sahiptir. Biraz gerilerden yani.
Şarkı kendini özetler adıyla zaten, yakarış bi' nevi. Ah canım vah canım muhabbetleri, gel sen şuraya otur yanıma şöyle beraber ağlayalım diyesin gelir steven a. Yalın ama çok çok anlamlı kelimeler kullanmıştır şarkıda, o kadar iyi anlatırki derdini, hiç öyle nekadar basit demezsin. Şarkı ''acı'' yı anlatır. Acıdır çok fazla, acıtır da bi okadar.
Bildiğim kadarıyla morrissey bu şarkıya klip yapmamıştır. Ancak anlattığı hikaye üzerine çeşitli uyarlamalarla birtakım videoları mevcuttur -ki bitanesini izledim-....... Nokta nokta.

Canlı performans olarak 2006 yılında zagreb'te verdiği konserin son şarkısı olarak bi versiyonu varır. Ki zaten bu şarkı konserlerde son şarkı olarak hizmet vermektedir hep. Ölümcül darbe derler ya, aynen o işte.

Neyse. zaten fazla da bişi demicektim sadece sölemek istediklerim bunlardı. Yeter artık şarkı ya dedim üstüste 21 kez filan dinleyerek, bide buraya yazıp tescillemek istedim olayı.
Bu arada şarkıyı hatırlattığım için özür dilerim eğer oldu da görüp aklına gelenler olursa filan..
Ama ben onlara da bi çözüm ürettim yaklaşık 2.1 milisaniyede.
Bu şarkıyı bence aklınıza geldiği vakit mutlaka işte böyle gündüz falan sabah uyanınca dinleyin de anlamayın. yoksa üzülürsünüz. Üzer!

Bu arada bir diğer allahın cezası şarkı da dream brother. Jeff Buckley'den. Onu da bi sonraki sayıda anlatıcam muhtemelen. Yeni sayı da her an çıkabilir bakarsın. Bende bilmiyorum...

13 Şubat 2009 Cuma

silence... need it!

Genellikle hepimizin, yani kısacası benim yaşlarımda olanların genel sonunları vardır saymakla bitmeyen. Zaten sorun da olmazsa olmaz, hani sorun olmazsa çözüm de yoktur. her şey doğru giderse bu sefer yanlış yapamazsın misali. Arada hani bi kıvılcım gerekir bazen. Ama hangi konuda gerekir diye düşününce kanımca o sorunlardan büyük bi kısmını atlayıp birdenbire ailevi sorunlarla yüzyüze kalabiliriz. Aman dikkat.

Ha, ben kaldım da yazıyorum orası ayrı mesele. Aile torpili ordan geldi...

Elbette olaydan bahsetmek istemiyorum, pek paylaşılacak bir yanı yok çünkü kavga bu neyini paylaşasın ki? mücadeleni mi? eeh boşver gitsin!



Yatağını toplama kızar
çorabını yerde bırak kızar
üzerini kirlet kızar
bulaşık bırak kızar
odandaki boş bardak popülasyonunu görsün delirir
odan tozlu olsun kızar
top oyna kızar
maçta gol at beğenmez
kaleye geç ve maçta gol ye maçına laf eder niye gittin der?
evi dağıt kızar
içki iç kızar
hapşur kızar, neden hapşuruyosun diye sorar akabinde. şaşırtır.
eve sabaha karşı gel kızar
üzerini örtme kızar
uyurken camı açık unut kızar
evcil hayvanını yatağa al tüylerine takar, konu bu evi sen mi temizliyorsuna gelir
evi temizle, odanı süpür kızar.. olmamış der.
film izlerken uyuyakal öldürür. malum elektrik zamları.
evinde güzel güzel sabahla delirir
sigarasından al gözünün içine bakar
5 sigarada bir mutlaka sigarayı bırak der, zararlarından bahseder elinde sigarayla.
eve arkadaşlarını çağır kızar
en sevdiğin müziğin sesini bir gram aç, bayramlık ağzını açar.
yemek yerken örtüyü kirlet kızar
tv izlerken program reklamda olsa dahi kanalı değiştir cıngarı basar
doktor mühendis bilimadamı olma küser
ideallerin yönünde sanatsal faaliylerlerde bulun, desteklemez surat asar.
üç gün eve gelme, polise haber verir, eşgalimi çizdirir müfettişe.
işleri kötü gitsin kızar bağırır
kışın balkona ayak bas orası pis, içeri giremezsin der, evde darbe yaşatır.
çalış beğenmez
çalışma hiç beğenmez
işten atıl 2 gün ya dayanır ya dayanmaz. 3. gün surat yapar.
kendi paranı harca kıyameti koparır
onun parasını harca, masal anlatmaya başlar. bi git ya yeter diyene kadar iyi evlatsındır. sonrasında kötü.
kavga sırasında ona kendine ait kişisel haklarından bahset anlamaz. kendi hakları herşeyin üstündedir. kural 1: ben öldürürüm, öldürmek serbesttir.
kendi başına yaptığın alışverişlerde, aldığın şey tamamen kendi isteğin arzun ve zevkinse hiç beğenmez.
ertesi gün beraber alışverişe gidildiğinde kendi arzusuyla aldığı her şey mükemmele yakındır.
....
ona yaşından bahset, eskiyle yeni arasındaki farkları kurduğun mantıklı cümlelerle anlatıver, afallar. Kabak yine sana patlar.
Özgür iradeni ayaklar altına aldığının farkında olup olmadığını sor? anlamaz.
....
Çünkü sen hala 9 yaşında, okul çağına girmek üzere olan bir oğlan çocuğusundur ona göre. Okuldan artakalan vakitlerinde mahallede top koşturan dizlerinin üzerine düşen parçalayan, yardıma ilgiye muhtaç bir varlıksındır. Karşıdan karşıya geçerken mutlaka onun onayı alansındır.
....
Ama kendine şöyle bi baktıın vakit bazı yaşananların, hatta bir çocuğunun gereksiz olduğunu görürsün, uyanırsın, afallarsın ama sonra toparladığında 'ya tamam iyi de bunları ben de biliyorum' dersin. Zaten dersin.. ben bunları yapmıyormuyum dersin, ben zaten senelerce senin yanında durup bakıp görüp eğrisiyle doğrusuyla birtakım şeyler yapmaya çalışmadım mı dersin, ve sonunda bişeyleri başarmadım mı diye sorarsın, bir şeyleri aşmadım mı diye de sorarsın akabinde. Çok soru sorarsın hem kendine hem ebeveynine. Sorarsın ama kendi içindeki bu uyanış, onun tarafından görülmez bile, basite indirgenir, aslında hiç yok gibidir uyanış muyanış. Sen hala eski tas eski hamam, her şeyiyle aynı dokuz yaşında neysen onun gibisindir. Sonra ben kocaman adamım sana noluyo dersin, ben nelerin doğru nelerin yanlış, nelerin yapılacak nelerin yapılmayacak olduğunu, ailenin de bir ferdi olarak davranışların ne yönde olduğunu bilemeyecek kadar bilgisiz, mahrum olup olmadığını sorgularsın. Bu sorgulama, sana aynen şöyle geri döner;
Dersin ki: ''Ya tamam iyi de bunları bana sen öğrettin, ben öğrendim, sen onay verdin ve hala neyin davasını yapıyorsun?'' Bu geri dönüş onadır elbette.
Ve sonrasında, işte böyle 3 koca gündür tek kelime bile etmediğini farkedersin onunla ve bu daha ne kadar sürecek dersin. Daha ne kadar beni kendimce bırakmayı öğrenmeyeceksin diye de yakarırsın kızarsın duyguların incinir. Kendinden şüphe de duyarsın...
Zaten bu konuda en berbat olan şey de kesinlikle şüphedir. Başka bir şey değil... Hele ki kendinden duyduğun şüphe berbattır.
Duyduğun öfke de, senin bu berbat duruma neden sokulduğundur.
görünen köy vardır, klavuza da gerek yoktur. Çünkü sen zaten o köyün içinde yaşıyosundur.

Bir süre daha sessizlik... iyidir.....

değişiklik iyidir.

arada bi şablon yenilemek ruhun gıdasıdır bence.
ama;
bunu sabah 7 ye 9 kala yapmak bence o ruhun hasta olduğunun göstergesidir.
hadi kalın sağlıcakla...

3 Şubat 2009 Salı

Çarpıntı

Sevgili blog....
??!

Bugün güne başlamamdan nerdeyse 20 saat geçti ve aklımdakileri ancak şuvakit, gecenin bi yarısı yazma imkanı buldum. O yüzden bağışla beni.

Bir kız arkadaşım vardı, yüzü gözü belli değil. Kim, ne, veya kimin nesi bilinmeyen. Evlerindeydim kendilerinin. Fakat zoraki kalıyordum, ben aslında istemediğimi dile getiriyordum. Derken önce annesi ısrar etti. ''Kal'' dedi. Ve ardından babası ısrar etti. ''Kal'' dedi annesi gibi.
Aslında o an çok sevindiğimi söyleyebilirim. Meğer gitmek istememdeki bu ısrarcılık, sadece anne-baba korkusuymuş. Eh... Onu da yendikten sonra kim bana git diyebilirdi ki zaten?.
Vakit geçti, suratı olmayan kız arkadaşımla konuşmaya daldık. Çok güzel konuştuğunu söyleyebilirim. Adeta ninni gibiydi geliyordu sözleri. Neden mi? Çünkü uykusuz olduğumu hissediyordum fazlasıyla ama bunu söyleyemiyordum. Üstelik ebeveyn korkumdan doğan heyecan da çoktan yerini sıradanlığa bırakmıştı ve dolayısıyla uykum da gelmişti o loş ışıkla aydınlanan dağınık odada.
- ''Uyumak istiyorum'' diyiverdim birden o suratı belirsiz arkadaşıma. Bilmiyorum, bilemiyorum. Her ne olduysa ''evet'' dedi, hiç ısrar bile etmedi. Herhalde çok seviyordu beni öyle zannediyorum. Beni düşünebiliordu. Garip...
Yatağımı hazırladı büyük bi hızla, o dağınık odada gidip geliyordu bi sağa bi sola. Çekmeceden bir şey çıkardı ama bana söylemedi ne olduğunu. Yatağının yanında çok hoş bir lambası vardı, lambasının sapı şişkinceydi ve parlaktı. Maddesi belirsiz. O odaya gidebilecek en güzel lamba olduğunu söyleyebilirim. Çok ilgimi çektiği bir gerçek...
Her şeyi hazırladı büyük bir özenle ve bir şeyler söyledi arkası dönük. Zaten suratı belirsiz biriydi kendisi, bilmiyordum ne dediğini veya kim olarak ne dediğini. Beni yatağa yatırdı, üzerimi örttü, ışığı kapayıp odadan ayrılıverdi.

Uyku? Çoktan dalmıştım bile...

Bir ses duydum ve gözlerimi açtım. Gözlerimi açıp açmadığım belirsiz. Ya da uyanıp uyanmadığım... Tamamiyle kendi hayal ürünüm, kendi fikrim. Bir şeyler belirdi odanın yarım açık kapısının ardında. Hafif bir karartıydı. Oynuyordu sağa sola doğru. Bazen de yokoluyor, tekrar tekrar beliriyordu oracıkta. Ne oluyor bilmiyordum. Ne olduğuna dair en ufak bir fikrimin olmayışı ve akabinde gelen sonsuz merak nöbetim ile hiç birşey düşünemiyordum, kalakalmıştım... Taa ki bilinmeyen bir gücün etkisiyle kendimi aniden yataktan fırlamış, çıplak ayaklarımla o karartıya doğru ilerlerken bulana dek.
Artık herşey gerçeye daha bi yakın olmaktaydı. Karartı daha bir karanlık ve ürkütücü; merak ise hiç olmadığı kadar fazlaydı. Yakınlaştım ve kafamı kapıdan dışarıya uzattım. Bir şey gördüm rengi kahverengiydi. Holün loş ışığıyla birlikte belkide öyleydi. Karanlık giyimli, tanımadığım, tanımlayamadığım yüzü olmayan biriydi o. Neydi ne değildi belirsizdi. Bana doğru geldi, geldi, geldi ve daracık holün bir yanında o ve tam karşısında ben durur vaziyette yerini aldı. Karşımdaydı. Tanımadığım birisi, kötü gibi, yada en azından o ana kadar öyle tanımladığım. Bana baktı. Göremiyordum suratını çünkü suratsızdı o da. Korkmuştum, korktuğumu hissediyordum. Korktum, korktuğumu belli ettim ve davrandım.
Belimden bir silah çıkardım. Çok ağır, parlak ve sarımtırak görünümlüydü silahım. O' na doğrulttum silahımı. Elbette geceleyin aniden uyanıp karşısında tanımlayamadığı bir yabancı misafir gören insanın belinde silahı eksik olmazdı değil mi(?)!
Ateş ettim! Silahı doğrulttuğum yer onun kalbiydi. Onun da bıçağını bana doğrulttuğu yer gibiydi. Bilmiyordum çünkü bakmıyordum. Gözüm üzerindeydi. Fakat...
Bir acı hissettim o an kalbime doğru. Anlamıştım ki yüzü olmayan yabancı misafirimizin bıçağı doğrulttuğu yer benim ona doğrulttuğum yerle aynıymış.

Kalbim yavaşladı, gözlerim çabucak kararıverdi.
Benden önce yere yığılan taraf oydu. Çok sevindirici gelmişti. Ama... Gidiyordum. Yere yığıldım aynen onun gibi. Elimi kalbime doğru götürdüğümde kalbim atmıyordu...
...
Ve sonra?
...
Uyandım.

Uyandığımda elimle baktığım ilk yer kalbim, bir diğeri de nabzım oldu...
Ne? Nasıl yani? Ama bu olamaz, imkansız!!!

Kalbimin inanılmaz acıdığını farketmem, kalbimin atışını normale döndürdü.
Çünkü öncesinde kalbim çok yavaş atıyordu.
...




İlginç di mi ? : )