27 Mart 2016 Pazar

Kovboylar ve Melekler

2008'de başlayan yazma serüvenimle şimdi arasında 8 koca yıl var! Ama o yıllarda bu e-karalama defteriyle anlık duygularımı açığa vurur, gerektiği zamanda hatırlamam gereken şeyleri tak diye önüme koyabilirdim. Şimdi neresinden tutayım ya da önüme hangi birini koyayım? Bütün bir gece somurtup ağlayarak mı geçireyim zamanı? Yok yok... Neyse başlayayım; Zindeydik, gençtik o vakitler. Genç diyorsak her an aklıma ne gelirse yapabiliyordum, sıfır üşengeçlikle hem de. Her haftasonu bir Taksim vardı mesela. Taksim'in Taksim olduğu zamanlardı. O ağaçlı yoldan geçerken (şimdi beton oldu) rayların üzerinde slalom yaparken alkolün kokusu burnumda tüterdi. Eğleneceğimi bildiğim için adımlarım koşarcasına olurdu hep. Yüzde yüz garantiliydi eğlence, yeter ki kendimi bir an önce oraya atabilmeliydim. Birilerinin elini tutmuşumdur oralarda yürürken, farklı farklı insanların. Çok güzel insanların. Ama öyle-ama böyle... Şimdi bile içimi kaplayan geçmişi yad etmenin heyecanı çok güzel geldi, çok şık oldu be! Yıllar ilerlemesine rağmen gerçekten bazı şeyler hiç değişmiyor ve değişeceğini de sanmıyorum. Heyecan daima beni en çok besleyen şeydi ve öyle olmaya devam edecek bunu bilmek güzel geliyor. Çünkü yıllar vücudumuzdan beynimizden çok şeyi çalıp gidebiliyor ve bir daha geri vermiyor. Şimdi ben muhteşem bir eğlenceden döneyim, otobüste uyuyakalayım da sabah beni şöför uyandırsın mesela? Kendimi öyle düşünemiyorum mesela. Oysa çok eğlenceliydi, ne cüzdanı bırakmak ne körkütük sarhoş olmak ne de yorgun olmak umrumda değildi. Şimdi yemez bu, bir de yakıştıramam kendime. Halbuki çok güzel yahu şu an düşününce... Neyse. Cowboys and Angels! George Michael-piyano-gece ambiyansı... Sadece birkaç şeyi hatırlattı gece gece. Elbette geçmişi. Her yerden fırlayan geçmişi anmamı sağlayan tetikleyicilere bayılıyorum. Hayatımdan hiç eksik olmamaları dileğiyle. Umarım çok yakında yine burada olacağım. Mutlu yarınlar.

3 Ekim 2011 Pazartesi

Lose & win

Bu yazı bazı önemli / önemsiz şeyleri hala sindiremediğimin eseri. Bazı hisler, zamanla değişikliğe uğramalarıyla birlikte halen benimle dans ediyorlar. Vals yapıyorlar! Vals kadar asil olmasın tabii. Hayat bir sistem ise eğer, bozuk, düzensiz, ne idüğü belirsiz rastgele işleyen bir sistemin içerisinde beyni kontrol edilmişçesine ilerleyen arkadaşlıkları barındırıyor, ne üzücü. Sistemin yanında veya karşısında olmak gibi bir asilik değil benimkisi, tamamiyle hakkını aramak gibi bir şey. Bazı tuhaf rastlantılar, sistemli atılımlar ile yanlız bırakıldığımı gayet iyi anlıyorum fakat hiç hoşlaşamıyorum. Bu sefer kazandım mı yoksa kaybettim mi pek anlayabilmiş değilim yarım yılı aşkın süre zarfında. Edindiğim tecrübeyle sabit oranda bir de kaybettiğim birkaç şey olması beni deli ediyor. Hayatımda ilk defa hakkımda tezgahlanan bir oyunun kaybeden'i oldum. Şurada 2 küsür ayım kaldı ve bu hadise beni deli ediyor.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Gigantic

Son zamanlarda izlediğim en tuhaf film olma özelliğini taşıyan bir filme dair başlıktı bu. Bşarollerini dünya güzeli Zoey Deschanel ve Little Miss Sunshine'dan aşina olduğum Paul Dano paylaşmakta. Garip bir şekilde tam 4 kez Zach Galifianakis'i alakasız sahnelerde Brian'ı (P.D.) döverken gördüm ve alakayı anlayamadım. Kesin bir bilen vardır diye düşünüyorum, zaten film biteli birkaç dakika oldu, araştırmak şu an benim için çok erken.
Babası 51 yaşında iken dünyaya gelmiş bir çocuk bu. Biraz içine kapanık, gülmeyi sevmeyen ve zeki biri. 8 yaşında babasının ona doğum gününde almış olduğu hediye yerine çinli bir bebek istemiş garip biri işte. Pahalı ve özel yataklar satan bir yatakçıda çalışmakta, doktorasını da yapmakta (?) olan biri.
Bu arada John Goodman (Al Lolly) bir gün yatak satın almak için buraya gelir ve olaylar zinciri burada başlar. Al, ağrılar çeken, omurgasında sorun olduğunu zanneden ama aslında hiç de öyle olmayan tabir-i caizse biraz hastalık hastası bir adamdır bu arada.
Tam 14 bin dolarlık bir isveç yatağı alır (*) ve bu yatağı daha sonra kızının gelip alacağını söyleyerek ordan ayrılır.
Derken zaman ilerler ve kızı gelir. İsmi Lolly aka Happy...

Ve ben yine yeni yeniden Zoey Deschanel'a taparım... Daha ne yazayım ki, filmin konusunu ya da ilerleyen kısımları anlatacak değilim. Sadece güzel ve ilginç bir film olduğunu söylemek istedim. Çok bi'şey beklemeyin sayın eleştirmenler.

Bir başka film anlatımıyla yeniden beraber olmak üzre, esen kalınız.

* İsveçte genellikle geceler uzundur. Bu demek oluyor ki insanlar da bununla orantılı olarak fazla uyur. Hal böyleyken İsveç yatakları neden kötü olsun ki?

23 Haziran 2011 Perşembe

gereksiz

Ne yapacağını bilmemek bir sanattır.
Çoğu zaman ortalıkta dolaştırıp yeni fikirler tasarlamana yardımcı olur. Sonra o fikirler sanata dönüşür. İçeri git ama neden gittiğini bilme, sonra aynaya bak köşesindeki yansımadan nem kap roman olsun hesabı.

Büyük hevesle eline aldığın bulmacanın sağ ve sol alt kısmındaki boşluklara geometrik veya abstract şekiller çizmektir.

Ne yapacağını bilmemek, dolaptan öve öve bitiremediğin günün kurtarıcısı ilan ettiğin o muhteşem içeceği almak yerine ''vaay su varmış'' diye en temel içeceğe davranmaktır.

Gecenin bi yarısında birdenbire sigaranın kalmadığını öğrendiğin andan itibaren giysilerini giymeye başladığın ana kadar olan süre zarfıdır günahı.

Herhangi bir konuda umutlarının tükendiği ana kadar geçen süreçtir. Ha tükendikten sonrası ''son'' dur zaten. En basit mantıkla sonun ötesi var mı diye sorarım...

Uzun bir yazı yazarken aklına bir şey gelmemesiyle tüm vücudunda beliriveren o garip yorgunluk hissiyatının dışa vurumudur. Elin kolun bir anda yerküreye hücum eden kafa kısmını tutma çabaları buna en iyi örnektir.

Ölçü birimi aslında belirsiz olup bazen istisnai şekilde adamı yanıltır. Ama genellikle milisaniyelerdir.

O an dünya umrunda olmadığı için aslında avını gözüne kestirmiş bir etoburdan farkının olmadığını gözler önüne serer.
Uzun lafın kısası ne yapacağınızı bilmemeniz önemli değil bir şeyler yapın yeter.
Mesela zaten var olan bir bardak içecek varken gidip ayriyetten su koyun, o da yetmesin sprite koymak için hazırlıklara başlayın.

Kalın sağlıcakla...

21 Haziran 2011 Salı

Sonsuz sonlu



İlkokuldaydım bunlarla oynarken. Hatta daha da eskidir.
Türlü türlü oyunlar. Kimi zaman futbol topu, bazen basketbol veya bilardo. Misketleri hep amacının dışında kullanırdım evet.
Onları yutmamam ve üzerlerine basmamam için az çaba göstermediğini hatırlıyorum daha dün gibi.
Hiç birini yutmadım ve üzerlerine basmadım.
Gördüğün gibiler, gördüğün gibiyim.



Huzur içinde uyu babacığım...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Karmaşa

Hiç kapanmayan, her an yatmaya hazır bir yatak ve yatağın artık tamamına hakim bir kedi. Her daim tüten bir sigara ve hırlayan ciğerler. Brodilsiz bir hayatı bıyıksız veya kuyruksuz bir kediye benzetmek. Loşluk seven fakat o loşlukla kendi de loş olan bir dimağ. Enstrümansız geçen son birkaç ay ve bunun yarattığı buruk haller. Sessizlik ve karşılığında yine sessizlik. Haziran ayında to do list'imin 2/50 olması hali. İzlenmeyen diziler boşa yer kaplayan filmler ve konserler. Askerlik büyük bir moral bozukluğu, adeta tek engelli kariyer koşusu. 2 kişi öpüşüyor abstract altında ve müthiş sürreal. Bu parfümler bana bir yıl dayanırlar lan hadi yırttım. Okunacak kitaplar ve alınacak dergiler.
Burak Kut'tan geliyor:
''Komple bitiğiz biz''.

7 Haziran 2011 Salı

Hoşbulduk.

Evimdeyim odamdayım huzurumdayım. Bu sefer daha az eşyalı daha loş daha modern daha ferah ve daha sessiz. Tek eksik var o da renkler. Püskürtme boya ile mobilyaları farklı renklere boyayıp huzur katsayısını arttırmak ilk hedefim. Renk konusunu böyle çözeceğim.

Ayrıca tam 3 kocaman torba dolusu giymediğim kıyafet, bir kocaman koli dolusu işime yaramayan cd ve dvd, eski sevgililerimin bana aldığı tüm hediyeler ve hatta ilkokuldan bu yana sakladığım ve benim için hakikaten önem arz eden -ettiğini sandığım- ufak tefek şeyleri torbaladım ve yarın çöpe atıcam.

Artık burada daha huzurlu olacağıma emin oldum gibi. Oh diyorum. İyi ettim iyi.
Aa bu arada bir süreliğine kendi evime çıkma fikrimden de uzaklaşmış bulunuyorum. Hesapsız ve acele gerçekleştirdiğim her girişimin faturası sadece ağrılarla yorgunlukla ve üzüntüyle sınırlı kalmaz çünkü.

Hadi bakalım, hoş geldim!