31 Ocak 2009 Cumartesi

sizi bilmem ama bana hep oluyor.

yazma potansiyelimin tekrar yerine gelmesinden dolayı mutlu olduğumu söylemeden söze başlamicam. Söyledim demin, öyleyse başlayabilirim artık...

Gariptir, hep olur, hep farkındayımdır, hatta gözlemlediğim de olmuştur ve olmaya devam eder. Size de olur mu bilmem, belkide aslında kendimi tatmin etmek adına bunu yapıyor ve öyle olduğunu varsayıyorumdur sadece. Bilemedim...
-Aaa bi de şu an playlistimde ısrarla çalmasını istediğim Levent Yüksel'den ''kadınım'' adlı şarkı, konuyu değiştirecek gibi dursa da buna izin vermicem öncelikle bunu belirteyim...-

Bende hayranlık uyandıran, kimine göre garip, kimine göre ''talihsiz'', kimine göre de sıradan olabilecek bir şeyi paylaşmak istedim şuan...
Hani olur ya...

Kendine ait herhangi bir şeye karşı duyduğun hayranlık hissi... Bazen büyük şeyler olmazlar ama genellikle, hep küçük şeylerdir... Örneğin bunları şu an şuraya yazarken yanımda sağımda, yarım kol mesafesindeki açık ama kumlu gösteren televizyon, masamın üzerinde duran gökyüzü acil durum teleskobu, hem dekor olsun hem de ışıklar gittiği vakit yakmam için oracıkta senelerdir tozlanan ama bi türlü yakmaya kıyamadığım birtakım mumlar, her sene üç beş fazlalaşan boş içki şişeleri, her geçen gün azalmasıyla insanı üzen parfümler, ne biliim ingiltereden bi arkadaşımın hediye ettiği pili bitmiş tam 12:00' da duran manchester united saati, cdler dvdler, her an her türlü sıkıntıya deva olabilecek eski ve yeni karışık bir sürü mecmua çizgiroman ve mizah dergileri, kitaplar, amfi hoparlörler ve ordan çıkan her telden müzik... Ve tabii ki 2 adet küçük çerçeve içindeki anne ve babamın benimle çektirdikleri önemli fotoğraflar... Ben bilmem ben anlamam, belki çok bencilim bu konuda... Her derde deva olabilecek şeylere sahipken arada mutsuz da olabiliniyor elbet... Oysaki bunların sadece bir tanesine iki tanesine sahip olamadan he daim inanılmaz mutluluklar yaşayabilen insanlar da mevcut. Üstelik çoklar onlar...

Hakkını yememek lazım bence, hepsi yinede mevzu bahsi geçebilecek kadar, cümle içinde kullanılacak ve anlatılacak kadar değerli şeyler bütününün bir odada toplanması, ve o odanın içinde benim olmam, zamanla arkadaş çevremin de olması ve faydalanıyor olması nedense beni mutlu eder, ne garip değilmi!?

Hakkını yememek lazım diye düşünüyorum, sen git türlü türlü muhabbeti et etrafınla, bazen kavga et moralini boz, bazen de en büyük mutlulukları tad, bazen de durgun ol, nötr ol, öylece kendi halinde... Sonra evine gel, odana gir...
Her türlü yüzümü görme şerefine nail bir mekan burası ne acayip ya...
Sinir yapıp yakınındakilere zarar ver, mutlu ol herşeyle iyi geçin sev onu falan...

Bazen düşündürüyor adamı, ''lan ya kimse yaşamayı bilmiyo, ya da ben çok biliyorum. Hiç olmadı hani bu ikisi değilse o zaman ben deliyim, var bi problem çok ciddi''

Blmiyorum... Tek bildiğim, şu an açık cam dolayısıyla donuyor olduğum, ve acilen sağlam kışlık giyinmem gerektiğidir...

Saygılarımla...
İmza: Ahmet Buhan ( matematik 1-2-3-4-5 )

hadi bakalım...

29 Ocak 2009 Perşembe

United Future Organization - no problem

http://rapidshare.com/files/191147761/09_U.F.O.__United_Future_Organisation__-_No_Problem.mp3.html

şaka olmalı...

no problem...

uzun süre oldu dimi... Buralardan uzak kalalı..
Aslında....
uzak kalmam gerekiyordu çünkü yapaylıktan uzaklaşmak istedim tamamen, aklıma güzel şeyler gelir bi gün ve hiç vakit kaybetmeden onları birer birer kayda geçerim diye düşünüyordum. Mesela şimdi gibi... Muhtemelen dünyanın en açık ve net, yapaylıktan uzak insanı olabilirim bu yazının sonunda hem kendim hem başka insanlar tarafından.

no problem.
şu an dinlediğim inanılmaz sadelik, doygunluk, ışıltı, heyecan, melankoli, kısacası her şeyin gizli olduğu söz ve müzik bütününün efendisi..
Şarkının adı yani... United Future Organization'un eseri.

Filmi önceden incelemediğimden dolayıişte şu an bunun eşliğinde geç de olsa izlediğim bi filmi paylaşmak istiyorum, adı Into the Wild.
Aslında filmin gerçek bir hikayeden uyarlama olduğunu her zamanki gibi film sonunda farkettim ama bu eminim ki daha yerinde oldu.
Bir insan düşünün, şehirde yaşayan bir kız kardeşe sahip 20 li yaşlarda, üniversiteyi büyük bir başarıyla bitirmiş, ailesinin görmek istediği tipten tipik istikbal hayallerine zorunlu kılınmış dört duvar arasında bir insan... Dört duvar derken elbette hapisten bahsetmiyorum. Sizinki ya da benimki gibi bir yaşantıdan bahsediyorum.
Hani olur ya nebiliim arada bi türlü ütopyalarımızın dibine vururuz ama bi anda hepsi birden siliniverir, öyle oracıkta kalakalır hiç bi ilerleme gelişme olmadan. Eski tas eski hamam eski düzen, her şey eskisi gibi sürer durur...

ev, araba, istikbal, para, aşk, idealler, amaç, düzen... bunlar olmadan yaşamak zordur denir hep, şahsen benim de dediğim gibi...

Konunun özüne geleyim. Filmde anlatılan şey bir gencin, tamamen bu saydıklarımdan ve daha ona benzer bir sürü benzer şeyden uzak bir şekilde yaşama arzusu ve bunu gerçekleştirmek adına verdiği uğraş ve sonunda duyduğu haz dır...
Ne biliim..
bence en önemli mesaj da şudur -ki ben bu hayatı asla ama asla tarif edemem- :
Düzen yok, aşk yok, para yok, mülk yok, arkadaş yok, sırdaş yok... Sadece sen varsın ve sen eğer istersen yaşarsın... İstemezsen yaşamazsın bu kadar basit.
Yaşamı kolaylaştırdığını önesüren insanlar ve onların buldukları nesilden nesle yıllar geçtikçe daha da artacak ve sanırım hayat o şekilde son bulacak, inanılmaz mutsuzluklar, kaygılar, üzüntüler, zorluklar hep bizimle olacak ve sonunda dünyanın tamamı kanser olacak.

Ne biliim, yaşamak bana göre de hiç bilmediğim bi yerde tek başıma, ''sadece hayatta kalmayı bilecek kadar tecrübe ile'' bile olacak birşeydir. Öyleyse çok basittir fakat biz zor yoldan gerçekleştirmeye çalışıyoruz gibi bi anlam çıkartabiliyorum şuracıkta. Ve bence doğru da söylüyorum.

Nasıl bir tezattır ki şunları yazan insan şu an evinde, biri camlı ve ayndınlık olmak üzere dört duvardan oluşan, her daim toz üreten odasında, bilgisayara ve onun yanında türlü türlü teçhizata sahip. Masasının üzerinde paralar duruyo, karşısında amaçsız üzerine çevrili bi kamerası var. Rengarenk çay kahve kola bardakları, saat, parfümler, dürbün, fotoğraflar, dvdler cdler kitaplar, dergiler vs...
Tıpkı bunu okuyanlarınki gibi hemen hemen.

Ne mi yapmak lazım?

Ne yapmak lazım çok belli aslında. Kaçıp gidiceksin biyerlere, kendin olup dönüceksin... Tabi bunları şu tecrübesizlik ve güvensizlikle yapmak, yıllardır süregelen, kendine karşı beslenen tarifsiz yapay umutlar sayesinde gerçekleştirmek yine amaçsız üzüntülere yol açacağı için bu çok zor görünüyor. İlginç di mi..............

: )