15 Aralık 2009 Salı

Mandalina kokulu eller!

Hmm!
Bence buraya uzun zaman oldu yazmayalı.
Hepimiz pasifiz, hepimiz tembeliz desek?

Amma ve lakin şeklinde söze girelim.
Bıraktık sigarayı da diyelim vakit kaybetmeden.
Şu an çok mutluyum da dedikmi tadından yenmez olsun hatta!

13 Aralık Pazar'dan 15 aralık Salı'ya, yani bugüne kadar öyle çok zaman geçti ki.
Pazar günü uyanır uyanmaz beynimi kemiren, 'Ne olur bi' sigara' lar mı dersin, yoksa 'Boşver şimdi içeyim yarın ihiç içmem' kandırmacaları mı.
Onu bunu geçiyorum ve diyorum ki 'ben bazen şanslı hissediyorum kendimi'.
Mesela ben bunlar gibi ufak şeyleri yapmayacağımı sanki önceden bilipte böyle bir karara varmış kadar hafif ve rahat idim ve hala daha öyleyim.

Sigarayı ilk bıraktığım zaman, yani sigarayı ilk bırakmayı denediğim ve bunu başardığım zamanki halim arasında büyük fark olduğunu gözlemleyebiliyorum çok rahat.
O zaman 24... e Şimdi 26!
Yaşımız ilerledikçe bazı şeyler hakikaten de zorlaşıyormuş!
Şimdi sanki büyük bir sorumluluk altına girmiş gibi hissetmek mi dersin, etrafta adeta 'duman avcısı' kesilmek mi. Yoksa ondan ziyade, annem ile ettiğim sigara kavgaları mı!
Cigarette Wars halleri! Yer Birlik Apt. daire:4 !

Her neyse. Ne diyordum. Sabah uyanınca nefesimden tat alamayışlarımı bir kenara bıraktım diyordum! Ya da şimdi söylüyordum.
Bilemiyorum. Mandalina, muz, her daim meyve suyu artık...
Eskiden o çabalarımın yanında bir de hamurlular vardı. Bi koldan pizza saldırır, diğerinden lahmacun köşeye sıkıştırır, üzeri tereyağlı mega iskenderler çimdik atardı.
Şimdinin, eskiye göre farkı da bunun olmayışıdır.
Şu an beni rahatsız eden bir durumun olmaması en büyük fark.
Ama bunun için 'koşmak' da şart!
Aksi taktirde Merhaba tersten fatiha, veya hoşgeldin aramıza göbek!
Zaten hiç gitmedi ki! Aaah ah içlenmemek elde değil...

Bazen eski fotoğraflarıma bakınıyorum. Aslında bakınıyorum değil, bi' şekilde denk geliyorum diyelim. Fotoğraflarımın meraklısı değilim yanlış anlaşılmasın aman derim!
Ve diyorum ki;
'Ne fit bir adammışım!'... Heyt' i de yapıştırıyorum arkasından hey gidi misali!

Paralel doğrultuda ilerliyor konu aslında.
Kısaca özetlemem gerekirse, sanırım birden çok şeyi başarabilmem için önümde altın bir fırsat var, ve bu fırsatı iyi değerlendirebilirsem her şey şahane olacak!
Hem kendime olan inancım, hem de saygım ve yine inancım.
İnanmak her şey. Ah, bir de barışık olsam işin sonunda.
Şöyle kendime gelsem fit fit!
Amma dertliymişim be! Baksana şu hale! :)

Şimdi son olarak günümün göze çarpan önemli anlarından bahsetmek istiyorum.
Ve tabii ki nesnelerden!

Yemek : kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği.
Düzen : Fazla şaşmayacak biçimde yemeler içmeler, yatmalar kalkmalar.
İçecekler : Şimdilik fazla alkol hoş değil. O açıdan meyve suyu familyası canım ciğerimdir. Ve tabiiki SU!
Davranışlar : Öncelikle müziğe aşırı duyarlılık. Durmadan bacaklarımın titreme hali.
Durmadan yılmadan bıkmadan evi düzenleme halleri. Misal bugün odamı baştan yarattım eski eşyalarla diyebilirim.
Farkındalıklar : Sigara içmiyor olduğumun yarattığı etki. Nasıl diyebilirim ki.
Duyarlılıklar : Farkındalıkla doğru orantılı olarak, çevremdeki insanların sigara içme halleri. Hatta sevgili annem de bu gruba dahil! Kötü kadın!
Kısaca duman kokusuna duyarlı olma durumum.
Heves : En bi' gözüme batan kısmı budur işte!
Durmadan yaşadıklarımı, yaptıklarımı ve yapacaklarımı anlatma isteği desem.
Sanırım bu heves'in ta kendisi! :)

Ne acayip bi' durum, aslında o kadar az büyütülecek bir şey ki...
Sonuç olarak şimdi ve gelecek için umudum olduğunu düşünüyorum.
Davranışlarım ve yaptıklarım bunu gösterecektir.
Ve umarım her şey olumlu ilerleyecektir!

Sevgiler...
Lütfen sigarayı bırakalım!

16 Kasım 2009 Pazartesi

Ending.

Bugün bi olay yaşadım ve bunu paylaşmak istiyorum.
Kısa ve öz bi konu.

Fatih sultan mehmet köprüsünden mecidiyeköy'e doğru 'iş görüşmesi' için seyir halindeyken, trafik kavacık istikametine kadar mega yoğundu.
Kaza uyarısı veya bi terslik olduğunu gösteren herhangi bi uyarı da görememiştim.
Seyir yaklaşık 40-45 dakika sürdü.
Sonunda köprü göründüyse de, yine aynı hızda milim milim ilerlemeye devam ettik.
Köprünün tam ortasına doğru onlarca polis arabası, polis, jandarma ve ambulans gördüm.
Bi adam gördüm akabinde. Haberlerde türlü türlü görmeye alışık olduum cinstendi ama bu durum biraz farklı gibiydi. Ne bilim o an bana öyle geldi diyebilirim.
Bi elinde silah, diğer elinde cep telefonu vardı ve konuşma halindeydi. Polisler de uzaktı baya.
Trafik sıkışık olduğu için net bi şekilde görme imkanım oldu.

Konu şu ki, az önce ntv de okuduğum kadarıyla bu onu son görüşümmüş.
Yani kısaca yaptığı şov değil, hakikaten de bir bunalım ürünüymüş.

Üzüldüm.
Niye mi?
Bilmiyorum desem? Sadece üzüldüğümü söylesem?...

10 Kasım 2009 Salı

Serbest Kürsü.

evet...

Kışın gelmekte olduğunu sanırım geçen kış boyu giydiğim ve henüz alışverişe çıkmadığım üzre yırtık, ya da harap bi şekilde idareten giydiğim çoraplardan anlıyorum.
Çünkü nedir?
Bi önceki kış o çoraplar giyilir, ayağa giren sular olsun, sıkı botlar ayakkabılar olsun, iyiden iyiye çorabı aşındırır eder, ve sonra havanın ısınmasıyla beraber kendileri bir daha giyilmemek üzere dolaba atılır.
Yırtık mı harap mı aşınmış mı, bunların hepsi ancak gelecek kışa üzerinde durulacak şeylerdir.
Hmm. İlginç tespit oldu biraz kendisi.

Ve elbette bunun çıkış noktası, şu an giydiğim ve her geçen dakika daha da bi açılan çorabımdır sanırım.

Ve ayrıca son sözüm elbette Hastanelere olacak.
Günün anlam ve öneminin o olduğuna karar verdim çünkü...

İster para ver, ister sigorta zırhına bürün.
Her kim olursan veya ne olursan ol, vasfın olsun ya da olmasın, hastanelerde sıra vardır kardeşim.
Ve o sırada bekleyenler hastalardır. ve genelde yardıma muhtaç olan kimselerdir.
İşin en acı kısmı da, sen her kim olursan ol, sesini yükselttiğin vakit anla ki orada işin bitmiştir.

Hiç bir uyarı sistemi olmayan, hastalarına sürü muamelesi yapan birtakım hastane bozuntuları, ne internet sitesinde ne de herhangi bir broşürle bilmem neyle belirtmediği katı kurallarını, insanlara 'biliyormuş da yapmamış' muamelesiyle lanse edip, bir de söz söylemeye hak buluyorsa bu işte bir iş vardır.
Ve bizim gibi hakikaten de 'koyun sürüsü' demeye bin şahit değil bir şahit bile istemeyen kimseler için bu öyle acı bir iştir bu ki ben buna akıl erdiremiyorum.

İnsanların sabah saat 5 lerde 6 larda sırada kuyrukta beklemesi kadar saçma bir hizmet anlayışına sahip düzenin, sindirilmiş muhtaçlara gösterdiği tavır, tamamen şımarıklıktan ibarettir. (şımarık yerine başka bir söz koymak serbest.)

Koyun sürüsüyüz diyorum ya! Bu duruma dur diyecek kadar büyük olmadığımız için öyleyiz.
Ve eminim ki öyle olmaya yıllar boyu devam edeceğiz.

Not: konu genel cerrahi ve romatoloji üzerinedir. ve sigorta kullanmayarak, parası ile bile kuyruğun 121. si olmak, beni bi şekilde bazı şeyleri sorgulamaya itmiştir.

Sinirli ve uykuluyum. Okulumdan da oldum. Bravo!

25 Ekim 2009 Pazar

sevmek geçmiş zamanı.

bira içilir güzel bi uyku pekiştirmek adına...
yanında sigarasıyla tam bir bütündür.
oda sessizdir, sadece sinekler, bıraktığım gibi bir yatak, koku ve birtakım güzel şeyler.
işte şu an beni bunlar avutur. çok da iyi eder, başarır.
varlığı bilinen, ve en önemlisi yakın duran bir şeyi çok seviyorum malum. ya da kim bilir, malum derken aslında halen açılmamış bir kutu o.

bir şeyler güzel ama bunun yanında, olmazsa olmaz olmuş kötü şeyler malesef.
olmaz ise olurlar, fakat polyanna diyarında en çok kullanılan sözler burada geçerli değil...
zalimce, gaddarca.
çok ani, çok yiyip bitiren...

artık babam çok daha rahat uyuyor diyebilirim.
beylül ve aras amcamın arasında koltuğa oturuverdi.
artık ne yapıyolardır, ne ile meşguldürler, nasıl bir sohbet, nasıl bir heyecandır onlarınkisi belli değil...

söyleyecek söz bulamıyor, ve biramdan bir yudum daha alıyorum.
evet, gözlerim yaşlı. n'apabilirim.
bir başka gece izlerdik eskiden. ve pazar gecesi sinemasının büyülü ihtişamına kapılıverirdik.
bir telefon kadar yakındı herkes...
şimdi gerçekten de bir toprak kadar uzak ve amansız...

Huzur içinde uyu Aras Amca'cığım...
Babacığım, seni de unutmadım. Bugün ağzımda gevelediğim o anlamsız, cılız sözler arasında senin payın çok fazlaydı bunu bil...

4 Ekim 2009 Pazar

hmm!

today is a good day or good day is today.

aslında güzel bi kahvaltı çok şahane olabilirdi fakat zaman ve şartlar buna elvermedi ne acı. oysa ilk etapta hiçte öyle değil, aksine herşeyin rahat olduğu bir vakitti, kahvaltılar yemekler çaylar ve konuşmak için durum müsaitti.
an itibariyle sıkılmak var...
hala emin değilim acaba çay beni idare eder mi?
ahh!
boşum şuan acayip. ne güzeldi oysaki kısa zaman öncesi. sürükleyen birşeyler vardı hoştu!

o halde şimdi ben ne yapıyorum?
başka bir blog açıyorum ve oraya içimi döküyorum... anahtarı da bende oluyo şanslı talihlilere veriyorum.
evet ben bunu yapıyorum.
sevgilerle

26 Eylül 2009 Cumartesi

+18

evet...
doğmanın zıttının ölmek olduğu gözle görülür biçimde apaçık ortada artık herhalde.
aksini iddia edebilicek varsa çıksın karşıma kahve ısmarliim!
her neyse...
doğmak demek dünyaya gelmek demektir malum.. marsta olsak marsa gelmek de olurdu.
durumu 1 level daha abartırsak şanssız bir insan evladı için göktaşına geldi de diyebilirdik orda gerçekleşiverseydi... peeh!
tabi her geyiğin de bir sonu olmalıdır.

şöyle bir döngü var kafamda. ölmek için doğmak gibi... fakat bu döngüyü tersine çevirirsek, yani ölmek için doğduğumuzu pat diye ortaya attığımız vakit aklıma ilk olarak annelerimiz ve dolayısıyla annem geliyor... içler acısı bi düşünce olduğu kesin.
içerde uyuyor kadın dünyadan habersiz rüyalar aleminde. pirelerle tango yapıyo 2. dereceden...
peki neden aklıma annem geliyor? çünkü benim ölmem için doğmamı sağladığı üzere...
eğer kendi başımıza doğuyor olsa idik kendiliğimizden çıkıveriyor olsaydık durum tamamen yukarda dediğime gelirdi... her neyse. beyin fırtınasına hoşgeldiniz!

biz ölmek için doğuyor olmamızı ele alalım derim.
öyledir ya da değildir bu tamamen bir önermedir doğru ya da yanlış. açıktır önermem herkese her fikre. iddia etmiyorum çok şükür ehaue.

''doğmanın zıttı ölmekse peki yaşamak nedir bana bunu açıklayın...
e-posta filan atın...''
zannedersem bi 3 sene önce sağa sola yazdığım bişeydi bu, o kadar oldu herhalde...
tabi bazı şeyleri sorgulamak doğru değildir orası öyle, didiklemekle ele bişiy geçiceği filan yoktur o açıdan.
ama yinede bi düşünmeye itebildim ben şahsen kendimi.

yanıt ve yanıtlar aramak için düşünmüşlüğüm var bunu. fakat tamamen kuru kalabalık cevaplar verdim kendime, vermiştim enazından...
gülmek, ağlamak, koşmak, yürümek, çalışmak, işsiz kalmak, uyumak, uyanmak, yüzmek, güneşlenmek, spor yapmak, okumak, ders çalışmak, kendini işe kaptırmak veya nebilim otobüse binmek...
yaşamak, bunlar ve daha niceleri gibi eylemler bütününe verilen ad ise ben ne bokuma bunun kesin ve net açıklamasını tartışıyorum orası vahim oluyor.

bir klişe vardır... gidenin ardından söylenir. öldü ama iyi yaşadı denir onun için.
iyi yaşadı derken şimdi bu adam hem zehirli bir yılan tarafından sokulup hastanelik olmuş, bi'nebilim ayları belkide yılları bir hastalık ile mücadele şeklinde geçmiş, kolera olmuş, aids, kanser olmuş.... bir diğer yandan da dünyanın en zengin en saygın bir insanı olmuş, bir arap nebilim veya japon atına ters bile binebilecek lükse, kıçını ünlü ingiliz tuvalet kağıdı devi ''the paper'' ile silebilmiş, bu tip şeylerle bezeli bir ömür sürmüş ve milyonların arkasından ''iyi adam'' dedirtmiş bir insan da olabilir. veya hepsini geçtim, gayet ortada bir adammış kendisi, düz adam'mış...
bu eylemler bütünü bizim yaşamımız mı oluyor?
bütün hepsi gerçekten bu mu?
meksikadan topladığın kahve çekirdeklerini en alakasız grönland'a gidip boş bulduğun bir buzul kırığına ''ah elimden düştü'' diye bırakıvermek da bir iştir çünkü...
mutluluk, üzüntü, yarım sevinç, yarım hüzün...
yaşamayı şimdi bu modlarla ele alıyorum.
konuyu daha yüklemlere dayalı olarak ele alıyorum.
yüklem nedir?

Ahmet bana kalemini ucunu bir güzel açarak ve kıçıma en güzel girebilecek şekilde VERDİ... budur...
ortada kalemin ucunu bir güzel açarak delikle doğru orantılı olarak kalemi veriş eylemi olsa da olay AHMET VERDİ'den ibarettir...

''ümithan öldü'' diyelim...
ümithan demek doğmuş bir kimse demek ümithan diyebiliyosak doğmuştur bu kesin...
ve öldü diyoruz. o doğan herif var ya öldü...
iki ucu boklu değnek.

bence yaşamak nefes almak demektir. bu kadar oyalamak istemezdim kimseyi üzgünüm ama budur yani...
safsatanın dik alası, paradoksun bel kemiği olsa da çoğu cümle, ortada bi sonuç olmasa da, biraz derin düşününce hiç birşeyin öyle ''nefes almak'' diyebilicek kadar kolay olmadığı da bi gerçek...
ama yine de iddia ediyorum, yaşamak nefes almaktır!

saygılar.
belgin doruğun 3. sülaleden yakın akrabası ferzanettin özkaymakam ben...

18 Eylül 2009 Cuma

Ümithan Şardağ GK

futbolcuydum bi zamanlar...
evet. yemin ederim futbol oynuyodum.
önce sağ açık mevkiinde şansımı deneyip, dönemin rüzgarın oğlu adı verilen takım arkadaşıma yerimi kaptırdığımı çok iyi hatırlıyorum.
sağ açık mevkii maceram çok kısa sürmüştü!
daha sonra yine aynı takımda kalecilik yapmaya başlamıştım. deli çalışırdım orda burda, her yerde her zaman beton sahada asfaltta toprakta çimde halıda, sahaya benzeyen her yerde kaleciydim artık.
'incirlibostanspor' klübünde kaleciydim. The Incirlibostan S.K.!! woah!

ve hatta bu kalecilik, ortaokul, lise ve üniversite 1. sınıfa kadar sürmüştü...

nitekim gelgelelim bacaklarımı doksan derece bile açamıyor vaziyette ve ciğersizlikten morarıyor olmama rağmen yinede devam eden bi kaleciliğim var...

aslında fena da değilim?

hadi canım sen de......!

15 Eylül 2009 Salı

arınma vakti.

sanırım artık dönemsel olarak veya yapabilirsem kalıcı olarak sigarayı bırakmak istiyorum. bugün 1. günü doldurmuş bulunuyorum.
çok ani bi karar olduğu çok net.
tabi çevremden duymuş olduğum ''ben sigarayı azalttım, sigara içmiyorum çok, artık iğreniyorum' gibi laflar beni 'neden olmasın' a sürükleyiverdi.
ve sonunda... olan oldu....

bu arada evet herşey tozpembe değil malesef. gündüz beynime beynime baskı yapan nikotin krizini aşmak pek zor olsa da, bunu sokakta temiz hava alarak gayet kolay atlattım.
ve tabi basket maçı, pizza siparişi, oyunlar, müzik vs. herşey lehime oldu bugün.
tek sorun 90 kiloyu aşacak gibi yemek yememdi.
2 adet büyük boy pizzayı elime aldığımda net 3 kilo vardı zaten ehua.
ve o pizzadan sadece 2 dilim kalması, bişeylerin hakikaten de savaşını verdiğimin ve kararlı olduğumun göstergesi olmasını ümid ediyorum.
açıkçası kendimden yüzde yüz emin olmamakla beraber, bu işi aslında hiç büyütmeyecek kadar kolay aşacağımı da görüyor gibiyim...

sizde bırakın.
saygılar!

11 Eylül 2009 Cuma

Son dakika!

anadolu ajansından aldığım net verilere göre istanbul'da bir gencin hayalleri yıkılma noktasına gelmiş. kendisi akşam saat 10 sularında, çok istediği birşeyin olmadığı hakkında biryerlerden bir duyum almasıyla birlikte yıkılmış ve morali çok bozukmuş. yetkililer bu durumun uzun sürmesinden endişeleniyor. fakat genç adamın yaptığı basın açıklamasında bu durumun aksine durumun aslında o kadar da beter olmadığı ve kendisi için 'durum üzüntü verici fakat her şey öyle ya da böyle hayat devam ediyor' şeklindeki görüşe sahip olduğu görülmekte. bu durum akıllarda soru işaretleri barındıradursun, cidden moralim bozuk...
olsun, düzelir...

sel riski varsa üst kattaki komşunuzda kalın!

evet...
hatta hortum riski varsa mutlak zemin katlardaki komşularınıza gidin.
deprem riski varsa mutlak bahçede yaşayın, çimler kediler filan.
evet!
bu ülkeyi yöneten zihniyet budur çünkü.
hani olurdu ya, sene 1400 ler filan. şehirlerde din adamları olurdu, herkesi toplardı halk namına meydana ve orda vaazlar verirdi. herkes dikkatle dinler, ve onlardan korktukları ve körükörüne inandıkları için onların bir dediklerini iki etmezlerdi, dinlerlerdi kuzu gibi...
sene şuan 2009 ama zihniyet elbette 1400 lerde çakılı kalmış. ondan bir adım öteye götürmek istemezler çünkü en iyi sömürü vakitleri o vakitlerdir.
düşünsenize halkın ayaklanıp ya sen ne diyosun kardeşim dediğini hep bi ağızdan.
o dönemlerde direniş gösteren azınlıklara şiddet uygulanırdı, eğer direniş devam ederse kılıçtan geçirilirlerdi.
şimdi farkımız ne ki?
göster direnişini yiyosa. hayır efendim risk varsa eğer bu senin başarısızlığındır de, senin senelerdir tamamlayamadığın altyapı ihmalleri yüzünden burada olmamalısın de. burayı haketmiyorsunuz de...
de bakalım...
2 yol var onlar için...
he deyip geçmek -ki bu çok sık yaptığı şeydir bu dimağların.-
veya en büyük ortağın olan polis teşkilatınla önce bi korkut. baktın olmadı, kendilerine verdiğin abartı yetkilerini kullanmasını iste... sonra hapse attır birer birer. hapislerde kötü muamele et. sustur, sindir. bezdir oracıkta...
bunu gören dışardakileri de böylece korkut.. sussunlar..
köleniz olarak ömrümüzü sürdürelim 1400 lerde...

koltuk sevdası. bu kadar olurmuş...

bu arada r.t.e. ''nehirler intikamını aldı'' dedi...

iyi savunma : )

9 Eylül 2009 Çarşamba

müstahak ilimler

bu sene de iyi yağmur yaptı be!
müziğin sesini bastırabilecek kadar çok yağmur işittim bugün.
işin garibi, silivri ve çatalcada derinlik 2 metre filan olmuş, arabalar denize sürüklenmiş. çok acayip bi görüntü vardı tv'de izlediğim kadarıyla. tam bi felaket görüntüsüydü.
bide o insanları ''kepçe'' ile kurtarma rutinleri yokmu şu türklerin!
sanki insanlar moloz yığını veya bi efendime söyliim beton, taş, tuğla filan.
gerçi müstahak bazı şeyler, öyle olmasak çoktan karşı çıkardı o insanlar, lan biz buna mı layığız derdi.
bot denen bişey var hatta birkaç tane bottan da birlik doğardı gayet. zemin su nasılolsa. şantiye değil ki oralar kardeşim. bildiğin villaların filan olduğu güzel sokaklara sahip yerler.
insanımızda iş yok abi. malesef.
hepimiz yavru ördeğiz!
mutlu yarınlar türkiye. ben ali kırca.

3 Eylül 2009 Perşembe

dikkat !

''kediler salak hayvanlardır'' demek istemiyorum.
şehirde yaşamamaları, enazından istanbul sokakları için uygun olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim... bu daha uygun.

kaldırımdan yürürken siz siz olun, bir kedinin üstüne üstüne gitmeyin. önce bi durun, sağınıza solunuza önünüze arkanıza filan bakın. araba geliyomu gelmiyomu kontrol edin... kedi sevin ya da sevmeyin ama bunu mutlaka yapın...
çünkü bu yaşam formları, sizden korkup aniden yola fırlayıp ezilebiliyorlar...
ben 2 defa yaşadım.
3. sünü de bugün yaşayabilirdim. çok net olabilirdi bu ama olmadı...
neden? çünkü bu yüzden...
sonra bir kedi sahibi olarak elim ayağım gider, evimdekinden utanıverirdim.

sevgiler, nasuh mahruki ben grönlanddan.

ömürden ömür yiyen lanetolası sessizlik önleyiciler!

tabii temelde çok iddialı başlık, göreni hayrete düşürüp meraklandıracak nitelikte olduğu aşikar. neyse, havaya girmişken devam edeyim...

uvuvuvuvuuu.......!
evet sesimiz temelde böyle. sistematik bi şekilde dalga dalga gelişim gösteren bir yapıya sahip. kendisini yürekten tebrik ederim.
bilgisayar fanından bahsediyorum elbette. temizlememe rağmen canım cicim yapmama rağmen beni benden alan 2x yürekten sesiyle saygımı kazanmasını bildi kısa zaman diliminde.

merak ediyorum, soruyorum kendime. biz ne zaman şu iğrenç sorunlardan tamamen kurtulup 20 yıl 30 yıl hiç elini sürmeden sorunsuz çalışabilen aletler yapacağız?
soruyu burdan soruyorum, malum günde 681.000 hite sahip bir blogum var!
saygılar.

ahmet mete ışıkara ben. rasathaneden.

2 Eylül 2009 Çarşamba

16



günlerden saç sakaldan arınma, insana dönme günüydü evet...
insan olmak! büyük vasıf!
eminim herkes insan olmayı seviyordur benim kadar.
bazı günler bir elin üç parmağını yanyana koyupta, sakalınla parmaklarında tur atabiliyorsan o vakit insan değilsindir.
insan nedir? insan budur. saçı sakalı az olan, orantılı olandır...
bayanlar için yakışanı neyse odur tamam da bizim için asla, ben bunu gördüm!
herneyse. bu son idi.
artık yaşımın gerektirdiği gibi davranıcam.
ne bilim, gazeteyi okumaya ilk sayfasından başlamicam tabii; yine gidicem en son sayfadan geriye doğru kur-an okur gibi filan okuyacam. veya sabah uyanır uyanmaz yurtta olan bitene saldırmicam tv karşısında.
daha akılcı şeylerle yola koyulucam.
örneğin bu lanetolası saç ve sakal uzunluğum gibi!

hayır o kadar lanet etmişim ki, şunu şu dakika şuraya yazdıklarımdan rahatlıkla anlıyorum ve onaylıyorum, böyle baba onayı filan veriyorum ''hmpfs'' efektiyle bezeli...

geçti gitti. eterli-yeterli. biraz insan olma vakti gelmişti geçiyodu bile. tam ucundan yakaladım ipi.
ve ben bunun şerefine,
caddebostan sahile gidip ölümüne içip kusmayı hedefliyorum. daha sonra teen bayan dostlarımın beni taşımasını istiyorum. elden ele sahneye fırlamak istiyorum.
YOK ARTIK!
elbette bunları istemiyorum.
şimdiyi sakin geçirmek, önümüzdeki günler için de beklemek...

şimdilik bukadar.
iyigeceler!
kerpiç fırındadoğan buarada ben israilden...

27 Ağustos 2009 Perşembe




geri döndü..
geri döndü derken uykularımı aksatan büyük güç geri döndü demek istedim.
yani büyük bi güç o hakkaten tarifsiz. süper güç, amerika hesabı...

neyseki uyusam da uyumasam da bişiyler değişmiyo. yani farketmiyo oyüzden, olsa da olur olmasa da... herhangi bi amaç uğruna uyumuyorum, erken kalkmazsam dünya tersine dönmüyo, sabahlarsam ve geç uyanırsam bişiy kaybetmiyorum filan. neyseki ordan yırtıyorum durumu.

eskiden içinde bulunduğum anları özlemedim değil. nasıl tarif edebilirim bilemiyorum..
fakat yine olayın başlangıcı uyanmak.
bi amaca hizmet etmeyi, hem kendim için hemde insanlık adına çok özlediğimi çok iyi biliyorum. çünkü çok fazla yaşadım bomboş hayatı. olduğundan fazla, gereğinin çok üzerinde bir değerlerde.

heyecan arıyorum, aramaktan korkuyorum ama kendimi alamıyorum...
bazen bişeyleri bilmemek, ilk kez yaşamak istediğim bi gerçek..
vakti zamanında hani olur ya, her şeyi yaşarsın, dünyanın en güzel evinde oturursun huzur bulursun, odan vardır ve odanda geçirdiğin zaman seni sıkmaz öyle yada böyle, en boş anında dahi huzur duyarsın, bir yere gidersin orda eğlenmek adına. sonra bunu tekrar eder durursun. tekrarların insanı sıktığı yerde, aksine daha büyük ve katlanan bir hevesle bir sonraki randevuyu beklersin. ilişki öyledir, sabahlarının bir anlamı olur, arkadaşlıklardan ziyade daha bi yanlız olmadığın gerçeğinin verdiği haz seni ayıltır, yüzünü bile yıkamadan dikiliverirsin, hazırsındır güne...
gibi...

heyecandan kasıt yok aslında. heyecan her yerde her türlü heyecandır sonuç olarak bana göre. ama yinede heyecan arıyorum yine yeni ve yeniden şeklinde.
değişik bişeyler olsun, kapılıveriim gidiim...
hatta bu bir iş bile olabilir...

sonuç olarak, sabahları anlamsız uyanmaktan dolayı gerçekten çok sıkılmış vaziyetteyim ve durumu toparlayacak gücü yine heyecanımda arıyorum...
bu eskiden böyleydi, ve böyle olmaya devam etmeli... ancak kendimi öyle buluyorum...

çalan şarkı : leave me alone...

utanç duydum anlık ironiden!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Zero 7 - Simple Things



darbe niteliğinde.....

eterli-yeterli...

evet yine döndüm..
ekstradan insanın kendi evi gibisi olmadığını bir kez daha anladım, öyle döndüm.
anlamadan dönmicektim gibi konuşuyorum aldırmayın...
yaz sezonunun son havuzlu güneşli günlerini yaşayıp yurda döndüm evet. mutluyum, huzurlu sayılabilirim, kahvem eşlik eder, yakın internette var olan bütün online arkadaşlık siteleri açık, şifreler girilmiş, birtakım video siteleri (youtube) de açıklar. arka planda çalan müzik filan...
ben galiba tam anlamıyla dönmüşüm.. aklım artık tatilde filan değil galiba du bakalım göreceğiz..
aslında hala güneşin altında kavrulurcasına yanıp, sonunda havuza filan atlamak isterdim... neyse, imkanları değerlendiririz ilerde olmadı.. zaten yaz da bitmedi..
artık tamamen odak noktam müziktir diyebilirim ama, bu kesin ve en net sonuçtur şahsım adına...
ekim gibi okulların da açılmasıyla, bir elin parmaklarından az sayıda kalan derslerimi de verip diplomamı almak da var...
ha bitmedi...
sonra da bir başka okula kaydolmak ve orda da okuyor olmak da var niyetler arasında...
zaman göstericek artık neyin ne olacağını.

ama şimdilik müzik diyor, başkada hiç birşey demiyorum. çünkü aklım fikrim müzik olmuş durumda... elimden eksik olmayan iki adet sopa da cabası... baget derler...
aslında benim kendi yapmak istediğim müzik çok farklı...
çok sesli, elektronik altyapılı jazz bossa-nova ritmler filan... araya sıkışmış perküsyon tınıları, saksafon, piyano vs... aman derim o akla zarar ritmler karşısında...
ilerleyen günlerde umarım bu da olacak, fakat önce başka önemli işlerim var, sırada bekleyen...

eterli yeterli...
şimdilik bukadar. kahvemi olanca hızınla içip bitirip bi dirhem ayılmaktır niyetim...
saygılar. sadettin teksoy ben..

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Foundation Suite




müzikal açıdan zirvelere doğru tekrar tırmanışta olduğumu zannettiğim şu sıralar akılda kalan bi şarkıdan bahsetmek isterim...
günün birinde dinamo fm de gündüz gündüz, en sıkıcı daraltıcı havaya sahip yazın rutininde birdenbire çalmıştı.
akabinde 'bu ne nan' suratı eşliğinde şarkıyı indirmek üzre google a saldırmıştım...
malum, burda albümü nerde olabilir...
tanıştırayım;
Lars Bartkuhn - foundation suite ...

lo-fi tadında, elektronik altyapılı sakin modern jazz denebilir türüne...
ayrıca vokale eşlik eden bayanın tınıları da beni benden alır.

tavsiyemin sonuçsuz kalmaması dileğiyle.
imza: eda taşpınar.

18 Ağustos 2009 Salı

önce sağlık

yeniden merhabalar...
bir süredir ara verdiğim yazım işlerime geri dönme kararı aldım.
neyse, haberlerim var.

alaskada donma tehlikesi geçiren buzul yılanı feci şekilde can verdi.
mersin idman yurdu hala idmanda.
meksikalılara getirilen römorkör yasağı ülkeyi ayağa kaldırdı. 17 gündür herkes ayakta.
çevik ve bir o kadar hızlı olmasıyla bilinen sibirya kaplumbağaları portakal fiyatlarına gelen zammı sert bir dille eleştirdi.
çin'de gerçekleşen onuncu devegüreşi şenliğini bu sene at arabası kazandı.
akdeniz bitki örtüsü maki, yerini 77 de 15 numara milan baros a bıraktı.
hakan şükür ringlere geri döndü.
ahmet çakar attan düştü
şereflikoçhisarda havanın eksi 28 derece olması ve yağan aşırı kar, kriketçilerin yüzünü güldürdü.
in cin top oynadı. skor 0 - 0 ...

can sıkıntısının insana neler yaptırdığı veya neler yaptırabileceği hakkında ufak örnekler vermek istedim buseferlik.
saygılar, sevgiler...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

ziyan

before you snap.!
yonderboi eşlik eder ağır aksak şu geceye.
gece demeye bin şahit ister, lakin saatler 5 buçuğu göstermekte.

hava sıcak - oda daha sıcak, sinek popülasyonu tavan, sol elim davul gibi, en ufak rüzgar bile yok derken bir bloğuma daha müthiş mutlu, her şey yerli yerinde ve mükemmel olarak başlamış bulunuyorum herzamanki gibi.

sağ yanımdan vuran dalga dalga sıcak vantilatör esintisi sayesinde gerçekleşen günlük rutin 'sağa iyi dönememe' hareketim günün ağırmasını ve sigara almak için ilk kez evden çıktığım o özel an'ı bekler durur adeta.

yapıcak bişey yok, hava sıcak, boku çıktı ve hatta adamın götü bok yedi.
fırata bakmayalı da rahat 3-4 ay olmuştur heralde.

şöyle efsane güzel ve uzun bi tatil lazım artık.
çok yokoldum aslında, çok yüzdüm, çok yandım simsiyah da oldum ama uzun bi tatil gerekli şöyle 1 ay kadar mesela.
havuzdan çok deniz ister bu gönül. ama temiz, dalgasız, tenha bir plaja nazır olmalıdır.
datça örneğini verebilirim. hatta orayı özledim ve imkanım olursa da orayı tercih edebilirim. bakıcaz artık.
BAKARIZ sorunsalı. neye bakıyosun nasıl bakıyosun ne bakması be yahu.
sen şuna olmaz desene baştan, niye oyalıyosun dimi ama?!

evet. rahat battı ya, bide burda iki cümle bişiy yazıyorum ya, hemen şımarıkçasına içki içme isteği geldi gönülden şahsım adına.
çünkü içmiyorum artık, öyle her güne bi içki faslını geçmişim meğer çoktan.
hatta artık normale döndüğünü söyleyebilirim düzenimin. mesela çok extreme, çok mutlu ve gerektiği anda ah be bi içkim olsa diyenlerdenim.
bu arada kapalı mekanda sigara yasağına kolum dirsek atsın sol taraftan.
herneyse.
yazmaya yazmaya kaybetmişim sanki eski havamı.
böyle yazdığım anda başlardım neşelenmeye filan, nerdeee???!

geçtik onu biz. geçmişiz..
tatil lazım tatil, çok acil. yoksa buharlaşıp en yakın deniz olan marmara denizine bir su olarak eklentide bulunucam.
zannedersin mega komik...

hadi yatayım madem ufaktan.
ufaktan doğan güneş de günün sözü olmaya aday olsun.
of nası saçma.

başlığı da atayım tam olsun... ''ziyan''
nabza göre şerbet hesabı.

benimle biri veya birileri gelse de into the wild tokuştursak bi ara hiç fena olmaz.
saygılar, sevgiler.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

chicken last stop



KOCAELİ'nin Gebze İlçesi'nde 31 yaşındaki M.C, kümeste tavuğa tecavüz ederken sahibi tarafından suçüstü yakalandı. Tavuğun telef olduğu olaydan sonra gözaltına alınan M.c., bir anlık hislerinin kurbanı olduğunu söyledi.

Osman Gazi Mahallesi’nde F.D.'ye ait bahçedeki kümese giren M.C., tavuklardan birine tecavüz etti. Tavukların kaçışması ve gelen sesler üzerine endişelenen F.D., kümesi girdiğinde sapık M.C.'yi suçüstü yakaladı. F.D., panik içinde elbiselerini toparlayıp kaçmaya çalışan sapığı, komşularının da yardımıyla etkisiz hale getirirken, tavuğun ise telef olduğu anlaşıldı.

Polis merkezine teslim edilen M.C., ifadesinde bir anlık hislerinin kurbanı olduğunu söyledi. Hakkında ‘Hayvana kötü muamele’ suçundan işlem yapılan M.C., Türk Ceza Kanunu’nda hayvanlara yönelik cinsel istismar suçu bulunmadığından ifadesinden sonra Cumhuyiyet Savcılığı’nın talimatıyla serbest bırakıldı.

F.D. ise tavuğunun telef olduğunu belirterek, M.C.'nin cezalandırılana kadar şikayetinden vazgeçmeyeceğini, hakkını arayacağını söyledi.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

yeni dünya düzeni hakkında birtakım sözler...

şimdi bi gülü ele alalım
beslersin edersin filan
başta eşşekler gibi gelişir
ihtişamına kapılırsın,
sonra solar ve umudu kesersin.
bırakırsın bi köşeye.. seneyi beklersin.

alakasız... zaten beynim bi milyon şuan.
ama şöyle bi sorun var ki
artık bir bakış açısı var...
teşekkür ederim.
bir bok yedin
aferim, iyi bok yedin. helal olsun...
ayıp vardır.
ama ayıbın önde geleni de vardır
o gruba dahil ettin kendini...

deneme yanılma tahtası değil insanoğlu...
öyle güzelliğe kapılıp geçip geçiştirmez.
biraz sorar
düşünür
ve öyle karar verir...
kararım kesin.
kararım adice...
kararım hem mantık, hemde sinir çerçevesinde.
kararım baya bi kesin.
bundan böyle ben yokum...
hiç olmicam...
helal olsun.
old style insan düşünceleri var ya,
hani hep destek, tam destek dersin.
tozpembedir hep her şey..
işte şimdi o yok...
artık ben,
yeni dünya düzeni ile, yeni iğrenç ama biokadar güzel düzen ile merhabalaştım
ve hatta o yolda ilerlemekteyim...
çok ararsın ama bulamazsın...
çok iyilik ararsın ama bulamazsın..
çok saflık ve temizlik ararsın ama hiç bulamazsın...
gider iğrenç kriterlerinle iğrenç hareketler yapar, hayatına bir şaka olarak devam edersin..
hayatına feyk attığın o iğrenç türden,
ama artık istediğim ve benimsediğim gibi devam edersin...
yazık olur.
ama umrumda olmaz..
çünkü artık;
ben de öyleyim...
teşekkürlerim senin.
hepsi. kesintisiz üstelik...
bedava...
ama sadece seninle...
o kadar : )

dilediğin gibi yaşa...
hadi bakalım... yalanlarla, iğrenç yalanlarınla nefes almaya devam et...

artık şunu biliyorum;
hayatta gerçekten karşılıksız değer verdiğin insandan korkucaksın kardeşim....

hiç bulaşmicaksın...
el üstünde tutmicaksın...
umursamicaksın...
bırakıcaksın, bi yalan uydurup onu süründürüceksin sağda solda...
içkiye verdiriceksin...
kafayı yedirticek ve bundan haz duyucaksın...

yeni dünya düzeni= budur...
iyi akşamlar...

10 Temmuz 2009 Cuma

shorty

uzaktayım ve deliler gibi esiyo dışarsı.

özlediğim türden.
herşey güzel ya. gerçekten güzel.

9 Temmuz 2009 Perşembe

başıboş

sıcaklar...
evden çıkmamam için özellikle kurulmuş bi tezgah. çok büyük tezgah ama böylesi görülmedi hiç...
odamda son derece boş boş hava üfleyen basit soğutma gereci bi yana dursun, her şey yine aynı, yine 55 derece oda sıcaklığı!..
bi süre evden çıkmamak en iyisi, zaten şu aralar durulmadım da diil hani...

ve elbette bıyıklar...
ömrümde hayatımda hiç bir zaman yapmayacağım gözüyle baktığım bir eylemdi bıyık bırakmak...
fakat o da oldu, artık söylicek söz bulamıyorum bu konuda...
sanırım daha görücek çok şeyim var. baksana, böyle giderse mohavk da olur. neden olmasın?...

sigara... bitti biticek.. günlerdir bi paketten fazla sigara içiyordum, tam da bi paketle devam ediceğimi zannederken yine bitirdim giderayak. saçmalık!
hadi bakalım, bu sıcakta yiyosa git al...
irade.
keşke sigara karşısında da biraz iradeli davranabiliyor olsaydım.
sağlıklı filan yaşardım muhtemelen?!

yinede oh!
arka planda açık olan billboard radio ve 80 lerin 90 ların müzikleri.
bir şarkı çalıyo, ve akabinde ''aa bu neydi hatırlıyorum ben bunu'' efekti verdiğim nadir radyolardandır..
meğersem, radyoyu bana armağan etmişler. kim bilir, yalandan kim ölmüş hem...

yine kaçıcam gidicem biyerlere, az kaldı...
festival?
hiç umudum yok, gitmek istemiyorum pek. ama sözlerim yalan olabilir elbet. gün geldiği vakit daha önceden 215 defa yaşamış olduğum üzre, sıkılıp bunalıp, arkadaşlarımın da orda oluşuyla, orda ben de yerimi almış bulunucam...
çok net...

bu arada evet, müziğe kavuşmama çok az kaldı... inanıyorum buna. güveniyorum da hatta...
fakat bi darbe daha yaşamış olmak istemiyorum, o yüzden temkinliyim hafif, ve kuşkucuyum... hadi bakalım. zaman her şeyi göstericek...

unutmadan...
1451515 internet sitesi arasında, sadece blogger'ı açmamakta direnen canım bilgisayarıma bu uğurda format atmaktan bıktım. eğer bir daha tekrarlanırsa revizyona gidebilirim. aman derim...

saygılar-sevgiler...

ah, buarada çalan şarkıyıyı sevdiğim söylenebilir
material girl olur kendisi...

hadi bakalım..

26 Haziran 2009 Cuma

i love you liberian girl.......

ufakken ben...
lunaparklarda, kağıt helvalarımı itina ile yiyip, ordan çıktığımda en yakın yerden koko aldığım vakitler.
babam elimi tutardı o zaman.
annem, klüp reşatta kasada durur, gelen giden herkesi not eder, kısacası işini en iyi şekilde yapardı çünkü haftasonu olsa bile.
kısacası o şımarıklığımı sadece babama yapardım.
her zaman alttan alır, bir dediğimi iki etmezdi...
annem de öyle... teşekkür ederim geçmişimi bana güzel yaşattığınız için!

ufakken ben...
ilkokul vakitleri. televizyon açmamın yasak, fakat seyirci olarak araya katılmamın 2 saatle sınırlı filan olduğu vakitlerdir onlar... yüce merteb, erişmiş, çoktan görmüş geçirmiş olduğum. ve özlenen elbet.

televizyon dedim. devam ediyorum...
trt1 vardı sadece. 9 kanal mega hafızasına sahip yakından kumandalı 27 renk ama renkli televizyonumuzda oturur trt1 i izlerdik hep...
orda bi program vardı. böyle aniden giriverirdi pazar günleri.. cumartesi de olabilir ama kesinlikle gece girerdi yayına kesin olan budur.
müzik programıydı kendisi. böyle klasik bir ondan geriye geri sayım filan olurdu. tamamiyle yabancı şarkılardan oluşurdu.
o vakitlerin, yani 90'ların en hit şarkılarını çalardı... mc. hammer olsun, madonna olsun, dr. alban olsun, ace of base olsun...
michael jackson olsun.
fena halde oturur karşısına geçmiş pür dikkat izlerdim yerde yarı oyuncaklarla oynayarak, yarı ekrana bakarak...
dikkatimi çeken en önemli sanatçı mc. hammer ve michael jackson olurdu hep...
hatta şöyle diim, mc. hammer, kafasının üstünde dönen siyahi kocaman adamlar olarak
akılda kalırken, m.j. ise pantolonunun terbiyesiz yerini tutup ayak parmak uçları üzerinde duran, sonra aniden dönen, şapkasını önüne doğru ittiren adam olarak aklımda kalmıştı...
şarkılarını dinleyip dinleyip, aklımda kalan kısımlarını ilkokulda sıra arkadaşımla paylaşırdım hep. hatta dansını yapmaya çalışırdık saçma sapan ehe çok eğlenceliydi.
günün birinde, annemi fenerbahçe pyramid'e götürdüğümü ve;
- bana maykıl ceksın kasedi alıcaksın
dediğim günü hiç unutmuyorum...
kaset ''BAD'' albümü idi...
evet.
aşırı mutluluğumu, yine pyramid'deki, sultanahmet halk köftecisi'nde kutladığımı da unutmuyorum köfte yiyerek... yanında turşusu da vardı meşhur.
acıktım.
neyse.
akraba ziyaretlerimden bahsedicem.. genellikle hep böyle bayramlarda seyranlarda, okullar tatil olduğu vakit birleşir kaynaşır ve oynaşırdık...
o zamanlar kuzenim hakan, taa floryada otururdu. en iyi anlaştıım insandı kendisi.
ablası neslihan'ı da unutmamak lazım elbet ehe.
büyüklerin içerde sohbetin derinlerine indikleri bana ölü gelen vakitlerde, oyun odası diye tabir edilen ''oyuna en müsaitleştirdiimiz oda''ya girip başlardık isim-şehir'e. ne biliim sessiz film oynardık...
ha bide şey oynardık.
böyle şarkı söylemece adı altında şarkı katletmece.
yok, o kadar zalim olmayalım, katletmiyoduk aslında pek, ama daha önümüzde çok uzun yol vardı doğrusunu söylemek için eha..
ya ben hep nedense
- ezçiki bokye, ezçiki bokye, hadi bokye yediim!! derdim...
michael jackson'a ait, smooth criminal adlı şarkı...
geçtik bunu da.....
sırada en bi elle tutulabilir anım var...
günlerden bir gün...
cihanla içtiğim sudan tut, yediğim magnet buffet hamburger menülerinin ayrı gitmediği günler..
onların zemin katında şirin bi evi vardı altıntepeye doğru...
aşırı sevimli olmakla beraber, cihanın odası nedense dünyanın başlangıcı filandı benim için. oysa o vakitler dünyanın en büyük odasında filan yaşardım ama tad alamazdım hiç...
o odaya girildiği vakit, cihanın 'gazeteden kuponla aldığı roadstar marka kasetçaları'nda, michael jackson - history albümü olurdu fix.
dinlerdik delicesine...
tutulmuştum fecii, bayılıyoduk, söylüyoduk şarkılarını atmasyon halde hep.. aynı senaryo defalarca tekrarlanırdı oraya her gidişimde...
sonra backstreet boys'a dönüşmüştü o ayrı : ) ...
her neyse... cihandan günün birinde kasedini ödünç almıştım...
tabi öncelikle onu kasede kaydetmiştim bigüzel..
HIGH SPEED DUBBING diye bişiy vardı bide.
sinek vızırdaması kıvamında, üç beş dakikada koca kasedi kaydederdi boş olanına... bi yandan güler eğlenir, bi yandan heycan duyardım acaba bende nasıl olucak diye...
ulan! neyseki çocukken çok çocukmuşum!
sonra kasedi kaydetmeyi bitirdim. dinledim ettim vs. vs...
ama bişey yoktu, eksikti. cihanın orjinal kasedinin üzerinde gıcır gıcır albüm kapağı denen şey vardı...
ve ben ne yapsam yeridir?
elbette o kasedin üzerindeki çizimin aynısını bir kağıt parçasına çizip, elimdeki boş kaset kabının birine itina ile yapıştırıp kendime kapak yapmıştım...

ve o kaset kapağı, bugün anılarım hatrına bulunduğu anılar adını verdiğim ama bi o kadar adını şuan verdiğim çekmecemden çıkıverdi...

michael jackson'un ölüm haberi sonrası...

bugün zaten bişeyler illaki bana geçmişimi hatırlatıcaktı bi şekil di mi... gözlüğümü buldum taa 90 larda taktığım.. hatta annemin dediğine göre 1990...
bir de michael jackson...
bad!
gözlüğüm ve kaset kapağım öylece korunacak ve muhafaza edilecek söz...

sevgili babam'a, ve malesef onun gibi uzak ya da yakın, bugün arasına katılmış thriller adamına sonsuz saygılarımı sunuyorum...
babam bana hayatımı ''var'' etmiş, m.j. ise, varlığıma renk katmıştı müzikleriyle.
o yüzden,
teşekkürler çok...

24 Haziran 2009 Çarşamba

bir drama

sia' yı bilmeyen yoktur...
anca olsa olsa, bundan bikaç ay öncesindeki gibi, farketmemiş, kıymetini bilememiş olanlar vardır benim gibi.
huzur veren sesler arasında kendisi. hakikaten öyle.
mesela şuan nedensiz, hiç bi özelliği olmayan geceye renk verdi. neden-niye bilmiyorum.
soon we'll be found dinliyorum.
öncesinde türlü türlü videolarını izledikten sonra, bu şarkıda karar kıldım ve repeat şeklinde, sinek hücumunun sona ereceği vakte dek duymak için kolları sıvadım adeta.
örttüğüm an terlerim yanlış anlaşılmasın eki eki...

son zamanlarda pek bi uzak kalmak durumunda kaldığım müziğe geri döndüğümün sinyallerini yayıyor gibiyim.
fazla da bahsetmek istemem doğrusu aslında.
müziğe müzik diyelim öyle kalsın...
ama çok güzel şeyler olucak, tam istediğim beklediğim ve bikaç yıldır istediğim bişey bu öyle basit de diil hani...
neyse, olsun bakalım. akışına bırakalım.

günde net içilen 2 paket sigaranın anlamını çözmeye çalıştıım şu son bikaç şaşırtıcı günde -veya ayda diyelim hadi-, yinede fotoğraflarda göbeksiz çıkmam sevindirici gelebilir belki. öyle dengeleyelim bari, hatamı böyle kapatiim bari napiim...
fit olma yolunda ilerlemeler filan. ben? vay anasını...
bi buçuk sene önce, bu göbek hayatta eksilmez dediğim anların yalancısı olmak. ilginç çok.

deyinmeden edemeyeceim, hatta buna çok değinmek isterim ki, hayatımın ufak bi kısmının, üzerimde yarattığı hasar malum.
o hasarı, önce çalı çırpıyla kapatmak isterken duyduğum acı da malum.
buna dayanamayıp, biraz gücümü toplayıp önce tahta, sonrasında da betonla örme isteğim de yok denilemez.
fakat şöyle ki,
ehe, o koskoca beton bile ses geçiriyor, ve yine aynısı oluyor.
aynısı derken hasarın devamı demek daha doğru olur...
çünkü o hasarı kapatacak kesin ve net düzeyde somut bir hareketim olmadı, orası kesin...
evet, yapmak istemedim, doğruya doğru.
bırak dedim, içim parçalansın dedim, problem diil dedim. ama olmadı.
kendi kuyumu kendim kazdım aslında.
zaten daha henüz kendi kuyusunu kendi kazmakta üzerime insan tanımadım.
her neyse.
fakat o bir çözüm yolu aslında benim için.
en zor ve anlamsız olan çözüm yolu bunu da biliyorum. garip...
ama çözüm üretemiyorum...
daha da vahimi, çözüm üretmek adına, sorunda parmağı olan insanlarla çözüm üretmeye bakıyorum.
ama derecelendirmyorum olayları. hepsini aynı kabul ediyorum, aynı amaca hizmet olduğunu düşünüyorum ve ona göre hareket ediyorum.
sonunda..
olmuyo işte. hayatımdan bikaç gün veya ay gibi hatrı sayılır günler geçiveriyo bişeylerle. üzüntüyle mesela.

her neyse, sakinliğim sia ile sürmekteyken sanırım en iyi ifade biçimlerim de birbiri ardına sıralanıyo diyebilirim.
aman derim...

etme bulma dünyası dedikleri, garip bi şekilde ne ekersen onu biçersinle bütün olup, kolkola girmiş karşıma çıkıyo.
ama karşıma çıkması olay, birbirine yakın iki şey sonuçta. garip olan yanı ayrı...
çok fazla takıyor, çok fazla didikliyor, çok fazla sorguluyor ve sürükleniyor olduğum gerçek her bi şeye. doğru bu.
fakat ben ektiğim şeylerin hep saf, hep temiz şeyler olduğunu düşünmezsem, nedense yanlışlardayım diye irkiliveriyorum anlık...
ve zaten sonra o yanlışları yapmamak adına bildiğim ve kabullendiğim yolda ilerlemeye başlıyorum.
sonuç belli.
belki 684 yıl ömrüm filan olsaydı bunlar umrumda olmayacaktı hiç. geçip gidicektim bidaha arkama bile dönmicektim umursamicaktım.
malesef.
iyilik, insana çok şey kaybettirir mi diye sorsam, göreceli cevaplar alırım bi yığın...
kimi kaybettirir der, kimi der ki iyilik içimizdedir, biri der hayır asla vs.
savunduğum çok basittir. elbette iyilik insana çok şey kazandırmak üzere yola çıkar, fakat gerekmeyen yerde bilinçsizce yapılan iyilikler göz çıkartır...
yani bildiin en basmakalıbından ehe.
her neyse.
kendimde yanlış olarak gördüüm nokta, insanlara haketmediği düzeyde iyi yaklaşıyor olmam sanırım. ama bi yandan, bu cümleyi burdan böyle söylüyor olmak bile delirtiyo beni. çünkü bana tamamiyle ters, alakasız ve iğrenç geliyo...
hakettiğini düşündüğün bir insan ise, elbette sonuna kadar açıcaksın elini...
haketmediğini düşündüğün bir insansa baştan eleyeceksin.
eğer kararsız kaldıysanda, birtakım numaralar yapıp, öncelikle tartıvericeksin karşılıklı. o meyan sen ne verip veremezsin onlara göre yola çıkıcaksın. veya çıkmicaksın.
tabi bu böyle bukadar kolay ve sığ bişey diil asla...
türlü türlü ekstra durumlar var ve onları aşıp geldiysen o zaman tamam.

gerçek şudur ki, ben çok yanlışlar yapıyorum hayatımda. çok fazla değer verip, o değeri almak için yanıp tutuştuğum yerde, aslında kendi kendime değer biçiyorum ve o değeri sorguluyorum... başka da bişey yapmıyorum...

ama belkide en doğru en net bildiğim bişey var şu düşünceler dışında.
o da, kesinlikle insanların birbirlerine karşı, şartlar, zaman vb. şeyler ne olursa olsun yalan söylememeleri. doğruluktan şaşmamaları. savunuyorum diye aksettikleri şeyleri sonuna kadar savunuyor olmaları. çizdikleri yolda ilerlemeleri ve kendilerinden taviz vermemeleri.
ideallerin, hayallerin, kaygılanmaların olduğu yerde, başaracağına inandığın yolda, vaad ettiğin ölçüde ilerleyip, ne kendini, ne de bir başkasını üzmeden işlerini halletmeleri...
tek istediğim budur, tek en bi yakınından geçtiğim davranışımla birbirine yakın...
fani terimi çok gerçek... her şey fani, geçici. kalıcı diye bişey yok. geçicek, biticek. belki kalacak belkide kalmayacak, tahribatı olacak ya da olmayacak ama geçecek...
böyle bi yerde yaşayıpta, her şey geçici olduğu için, ben her şeyi yapma özgürlüğüne sahibim demek yanlış olur...
en önemli kısım...
son derece pamuk sağlamlığındaki duygusallığım ve ona bağlı hareketlerim doğrultusunda sikilen bir buçuk-iki aya yakın süreli hayatımda, bu yukarda bahsettiğim kriterlere uygun bir arama yaptım ve bir sonucuna ulaştım...
o kim ya da hangi kişi elbette çıt çıkmayacak..
fakat belli. artık belledim, belli de ediyorum fakat isim vermiyorum...
bi şeyleri çok yanlış yaptı.
ve ben, o yanlışları 'asla' yapacağına inanmadığım düzeyde inandırmış-kabullendirmişken kendimi, bi anda bu oluverdi.
patlak verdi denebilir.
çok üzüldüm çok. inanılmaz üzüldüm yürekten üzüldüm.
hayatımda bişeyler paylaştığım, mega güldüğüm ve eğlendiğim, çok şeyler öğrendiğim, hatta bazı konulardaki vasatı asla aşamayacak düzeydeki iyi niyetli şeylerimi aşılamak isteyecek kadar sevdiğim, güvendiğim... inanmak nedir diye sonulsa 'bak karşında canlı örneği duruyor' diyebilicek kadar inandığım insan mevzubahis iken, hiç ummadığım bi yerden beni avlamış bi insan da aynı kareye girdi. tanıştıriim, kendisi olur.
- merhaba işte bu o!
- ah memnun oldum bende ümithan...

bilmeden konuşmayı sevmem, bilmediğim konular hakkında da yorum yapmak...
fakat yorumdan ziyade, düzeyi sadece neye üzüldüğümü dile getirmekle sınırlandırdım.
bilmiyorum, insan bu, her şeyi yapabilir, tamamiyle özgürdür bilmemnedir.
fakat söylediğin ve savunduğun bir şeyin aksini yapmak ne demektir bilemedim.
bildiğimi söylemek istemiyorum elbette.
ama niyedir...
üstelik çok önemli, başarıya giden en önemli yol olarak gösterdiğin o yolda, benimle isteyipte mecburiyetten kuramadığın o bağı nasıl oldu da bi başkasıyla kurabildin bunu hiç anlamış değilim...
evet. sinirimden saatlerce insanlara bağırıp çağırıp dert yandığım doğru, sinirlendiğim çok doğru.
fakat o geçti. şimdi sadece anlamak istiyorum.
şu hayatta tek doğru insan ben olmadığıma göre, ve senin de o yoldan çıktığını gördüğüm anda bunu sorgulamak... bırak da olsun, benim de canım var.
ben, şu hayatta onlarca yanlış yaptım, onlarca bildiğimi okudum, yukarda da bahsettiğim gibi çok dikkafalılıklar yaptım.
fakat bi şeyde karar kıldım.
hiç bi zaman, arkasında durduğum herhangi bi şeyden, şartlar ne olursa olsun caymamak üzere hareket edicem, ve bunu başarıcam.
peki ya sen? senin gibi güçlü bi insan, zor bi insan, kültürden geçilmeyen, fevkaladeye pek yakınlarda gezinen bir insan, nasıl oldu da böyle bişey yaptı..
boşa şaşırmadığım bilinsin istiyorum.
sinirli hallerim geçti hernekadar gidip gidip gelsede. ama neden!

keşke bir arkadaşlık, bir ilişki, bir aşk kaybetmek yerine; sadece bir aşkı kaybetseydim. ve sen kaybettirseydin doğru doğru.
o kadar yoğun günlerin arasına o da girerdi elbet, çok da zor olmaz, aksine alışıverirdik belkide.
şimdi en üzüldüğüm şey;

''hiç bir şey söyleyemiyor, ağzımı açamıyor, en iyisi de olsa en ufak bi söz bile edemiyor olmam''

ve ben bu dolulukta iken,
hadi beni geçtim, önemsenmiyor olduğum halde, savunduğumuz şekilde akan zamanda,
kendince bana kabullendirdiğin, ve saygımı kazanıp, o yolda yardımcı olmaya çalıştığım,
birbirimizden uzak olmanın, aşkı sevgiyi her bi güzel şeyi boşvermenin senin için en doğru olduğu yolda,

isterim en mutlu olmanı, uzaktan düşünmesi bile güzel ama...
neden bir başkasıyla...

22 Haziran 2009 Pazartesi

!

hayatında gerçekten anlamak isteyip, değer verip, karşılığını almak isteyip, her alır gibi olduğun vakit dünyanın en mutlu insanı olduğun günlerin ardından gelen, hayatında gerçekten anlaşılmamış, değer verilmemiş, karşılığını alamamış, her alamadığında dünyanın en boktan insanı oluvermek...
şok,
yanıltmak,
dumur etmek
ve
peşinden gelen dumur olma hali...
sanırım feci şekilde şaşırtmak hiç güzel olmasagerek...
hiç yapmadım ben.
sonuç olarak kanımca
''yazıklar olsun''
bu ne ya, bu ne ......
bu ne rahatlık...
kolay mı bu kadar.
YUH!

YALAN
YALANCI
adını ağzıma almazdım, ama artık alıyorum yalan ya da yalancının.
alkışlara devam.
düşünemiyorum hiç bişiy, yazıcak da bişiy bulamıyorum...
öfke bi tek.
o da içimde kalsın bari nebilim, gereği yok...
ulan!
onca kafın arasından iki dirhem güzel bişiy düşünüyorum hala,
hala kafam aynı.
ama varya,
ne mal adammışım ben.
göz göre göre.
ne senaryolar türedi kafamda, ne saçma şeyler düşündüm.
şu hale bak.
ayıp...
her şeyden önce hiç bir insan ayıbı haketmesin lütfen...
hele ki ayıbı haketmicek biriyse hiç olmasın.
saygı denen şeyi tartışırdık.
bu mu saygı...
yazık....
tek kelimeyle...
iyi geceler iğrençlik. iyi geceler!

17 Haziran 2009 Çarşamba

why?



ironi..
tebrik edilesi...
yanlış anlamayın, bu tebrik kendimeydi...

neden niçin ve niye?
soru işareti yanlız orda, anlamsız.
neden?
çünkü bi anlam ifade etmiyor da ondan...
neye veya neden?
ne için?
hiç bir cevabı yok...

şu gün,
birtakım eski defterler karıştırılırkene,
neden diyodum?
niye?
cevabı belli idi...
rahatlatıcı cevaplardı onlar..
zaten aynı paralelde, aynı doğrultuda.... paralel demek doğrultuyu simgeler ya hani...
fakat;
yine,
en azından şimdilik
cevabı belirsiz yerlere sürüklenmek var şu doğamda...
cevabı belli olmayan her şeyin bir eksi (-) olduğu yerde...
eksilerin artılardan üstün olduğu yerde...
benim dünyamda...
ne olduğumu bilmiyorum,
ne olduğumu tartışmadım hiç...
ne olduğumun bi kendimce bilindiği bi yerde.
yanlız ve yalın bi dünya.
birtakım insanlarla müşterek...
olduğu yerde, olduğu yöne dönen, rutininde bi yer burası...
fakat;
belirsizlikler artık cana tak eder,
can acıtır.
nedir ne diildir belli değildir, çünkü belirsizliktir adı...
rahatsız edici, sinsi, iğrenç, dayanılamaz....
kötü kaka eh...
noktalar...
hani vardır,
iki yön ve iki doğrultu,
genelde sağ ve sol
olmadı üst alt...
bi çizgi düşün, iki yanında noktalar kapatır o doğrultuyu...
ilk ve son duraklar işte.

o doğrultu üzerinde yürüyen, etten bütünleriz biz.
sen ben o bu şu... iğrenç, fevkalade veya ortalama insanlar olarak.
amaçlı amaçsız rutin nötr veya ölüler olarak.
nereye gittiğimiz belli değil, gidiyoruz işte...

müşterek hayatımızı belli zamanlarda elimizden alan etkenler vardır.
o doğrultu içinde bir diğer noktadır onlar..
veya o, her neyse...
o nokta nedir veya ne değildir tartışılır.
doğru ya da yanlış, bilinir veya bilinmez.
ama hep tartışılır durur.
o nokta önemlidir, o noktalar kıymetlidir ah bi bilinse şu...
o noktalar o kadar önemlidir ki...
bazen evet, önemsiz olması doğrultusunda ekstra bi doğrultu çizer ve oracıkta yokolursun..
başka yöne bakmak zordur çünkü.
hayat bu, hayat doluluklarla, yoğunlukla, engebeyle bilmem neyimlerle doludur.
hayatı anlamaya çalışan insanların cümlesi.
evet, hepimiz öyleyiz. sen ben o bu şu...
ama;

o doğrultuda tek gereken samimiyettir..
öyle ya da böyle,
üzmemek, hırpalamamak, kurcalamamaktır.
en iyi en güzel şekilde, en bi olağanından halletmektir rutini.

insan bazen geçmişine döner...
uzak ya da yakın geçmişine. gerekirse ağlar gerekirse kahkahalar atar.
ama noolur?
öyle ya da böyle kıpırdar benliği,
ya gülümseten, veya somurtan cinsten.
iki yol vardır malum...
ortası desen yoktur. olsa ben alayım. başkalarına da aşılayayım...
yok!
var sanıyosanız yanılırsınız feci..
biraz kurcalayın...
safsata değil bu, tamamiyle gerçekçi, tamamiyle günümüz insanı hali.
hayatın ta kendisi...
üzülmeye yer oldurmayan bi yerde,
üzmemek için yaşayan insanlara duyulan hayranlığın,
yerini iğrençliklere doğru halef-salef tarzı döngüsüne dayanamıyorum.
üzülüyorum.
ister istemez üzülüyorum...
banane diğer insanlardan, benim üzüntüm benim çemkirişimdir
derim...
derim ama işte belirsizliklerle bezenmiş, birtakım özeliyete sahip yerlerde kullanamam onu.
anlamsız ya da değil.
tartışmasız olarak anlamlıdır.
hiç bi güç aksini iddia edemez işte.
bu güç, parmakları ağrıtan güç de ordan gelir.
ya parmaklar, ya da dil...
dile imkan yok imkansızlıklar dahilinde işte..
öyle ise parmaklar yorulsun, önemsiz....
ama;
üzülerek söylüyorum bunu ki,
bir şeyi bilmeden, bildiğini farzetmek, ve öyle yaşamak pahalıya malolur...
çok iyi bilinen bişey bu görülen bu ki...
kararlar, düşünceler, son hamleler filan...
eğer sevgi sözkonusuysa,
bunları tek taraflı yapıyor olmak adilce değildir hiç...
ve ben;
ben o adilliğin tamamen dışında bir insan olarak.
neden londra diye soruyorum...

anlamın anlamını yitirtmek için, yıkıcı tavırlarla bezeli, anlamsız günlerin hatrına...
oysaki
geçmiş, çok güzeldi...
her şey anlamlıydı..
sonuna kadar da anlamlı olacaktı..........

16 Haziran 2009 Salı

zordu tabi.








...

evet. görüldüğü gibi benimle olmak isteyipte, tarafımca reddedilen birkaç talihsiz kişiden bahsetmek istedim...
çok uğraştılar, çok didindiler saolsunlar... kaç defa aradılar da cevapsız bıraktım onları. kaç defa ağlayarak evime geldiler de cama bile çıkmadım.

bişiy söylicem size son bi.
siz insan değilsiniz.
ırkımızla bir alakanız yok
zoey, sana özellikle sesleniyorum.
o yumurtaları çiğ yemiyor olsaydın seninle belki şuan güzel bir birlikteliğimiz olucaktı. yazık!
yanlış yapıyosunuz. büyük yanlışlardasınız ve ben bu yanlışlarınızdan artık bıktım.
hiç güzel değilsiniz ve buyüzden belkide ölmelisiniz.
kafanıza tuğla düşmeli, dandik yıkık dökük evlerin yanından geçmelisiniz oyüzden bol bol.
hatta siz, nebiliim, mısır yiyip üstüne maden suyu içtikten sonra itinayla soğuk mermere oturmalısınız.
yazık size.. yaşamanızda bi anlam göremiyorum hiç. ne bilim, amaçsızsınız, neyinizle iş görebileceğinizi düşünemiyorum.
zekanız yok zekanız... zekası olmayan birtakım insanlarsınız ve işte bu yüzden böylesiniz...
abartıyosunuz.
tamam, anlıyorum, evet biraz sert konuşuyo olabilirim şuan ama üzerime düşen bu ve yapacak bişiy yok çünkü hakettiniz...
tekrar söylüyorum.
biraz güzelsiniz,
ve nebilim nefes alın, hayır işlerine verin kendinizi, dama oynayın, renkli misket edinin, koyun besleyip balıktan nem kapın. atar damarınıza basın ve iki saniye bekleyin. konuşmayın hiç, bakmayın da bi yere fazla, odaklandığınız kişiler bir erkekse özür dileyin. bol bol akraba ziyaretleri edin. cebinize harçlık sıkıştırmaya kalktıkları vakit bunu normal karşılayın...
yapın işte bişiyler.
ama uzak durun.

imza, fezayi mercek...

15 Haziran 2009 Pazartesi

refreshed

böylesi görülmediydi hiç...
bilgisayarı bildiğimi, yaladığımı yuttuğumu zannettiğim şu sıralarda, blogger ve benzeri birtakım yazmalı - okumalı yerlere, bilgisayarımın kendi garip isteği üzerine giremiyor, ve bu durumu çözemiyor olmam, günlerce burdan mahrum kalmamı sağladı.
fakat üstün yeteneğim ve bilgim sayesinde (!) elbette şu an da görüldüğü gibi, bu engeli aştım.
her neyse.
şimdi ne yapılır peki, plan nedir?
elbette bi sigara yakılır, adına da zevk sigarası denir.
üstüne de uludağ limonata, ince uzun binboa vodka bardağına konur ve vodka limon içiyorum zannedilir...
yoo hayır öyle diil tabi.
ben bi sade limonata aliim. gerisi önemsiz pek şuan için. aldım da nitekim.

son zamanlarda yoğun müptelası olduğum ITunes gereci olmadan, bu bilgisayarda müzik dinlenemez görüşünü savunur gibi olmam, bana iq seviyemin yetersiz olduğunu anımsattı.
gereken iq 100 ve üzeri, bende max 21-23...

bu şuna benzedi.
bi yerde görmüştüm, film ya da dizi, her neyse.
bi hanım ablamız biriyle tanışır,
tanıştığı adam da pek bi racon adamıdır, hop onu yapma bunu yapma filan da değil ama kendi kurallarını koyup kadının tüm akışını kendi yönüne çeker inceden inceye.
ve sonunda bi gün gelir, bayan arkadaşımızın evde yalnız kaldığı o vakit çattığında, ne yapacağını anımsayamaz..
hani bu bakkaldan üç ekmek iki yoğurt, yanında da pesto sos + tortellini bolonez kıyma filan da değil, bildiğin oturayım mı, ayakta mı durayım, pencereleri açsam mı açmasam mı, yürüsem mi yoksa dursam mı şeklinde ters teper...

gibi...

neyse, boşverelim. boşverdim bile... birazdan her şey tıkırında olucak, sorun yok.
sorun?
bir yığın.
sağım solum önüm arkam her yerim tamamiyle sorun pek bi'...
yani sorun diye adlandırılacak bir sürü şeyle uğraştım.
adı öyle sadece,
aslında bu uğraşlar, yorgunluk, yoğunluk, biraz ter, biraz koşturmaca olarak sınıflandırılabilir. hatta direkt öyledir sınıflandırma gereksizdir.
a sorunu adı altındaki şeyle uğraşırken, bi yerden memnuniyet duydum, ve sorun adı altındaki şey tamamen ortadan kalktı.
b sorunu adı altındaki bi başka şeyle uğraşırken, çok yoruldum, çok yıprandım, fena tökezledim, hatta düştüm derken, bi baktım ki düştüğüm yerde çamur değil, yumuşak bir divan varmış. ben de uyuyuverdim...
kalktı mı bi sorun daha ortadan...
eh, pek tabii çözüme ulaşmamış şeyler de var, yok değil...
onlar da zamanla halledilebilecek şeyler. o yüzden no problem...
gibi gibi...

thank you for downloading itunes!
ben teşekkür ederim canımın içi...
canımın içi kalıbı!
allahım sana geliyorum tekrardan.
eskiden hep gelirdim giderdim biliyosun...

şizofreni.
aman derim. aman!

her neyse, tıkırında gibi herşey...

fena halde ''una - nightingale'' dinlemek istediğim bir gerçek. her neyse. olucak o da...

bundan birkaç gün öncesine kadar, istanbuldan uzak diyarlarda geçirdiğim mutlu ve bol güneşli zamanları özlemiyor değilim. hatta bugün bunu dile getirdim bizzat muhatabına.
er ya da geç tekrarlanıcak o günler,
ayın 22sinden sonra mesela, hemen, hiç vakit kaybetmeden...

inek, köpek, kedi, tavuk, yılan, kurbağa filan.
bunlardan çoğu uzak şeyler olmasına karşın, pek bi huzur tamamlayıcısı.
doğa denilen şeyi seviyorum be.
söylediğim gibi bolca.

anti dijital olmak bir efsanedir.
her nekadar ironik olsa da şuanlık tarafımca.
ama öyledir.
into the wild'daki kadar olmasa da, şu lanet yerden uzaklaşmak, orda bi hayat sürmek, kendi ayakların üzerinde durabilmek, ferahlama sebebidir.
bunun yarısının gerçekleştiği bi ortam da ferahlatır.
öyleyse sevilen, istenen ve arzulanan'ın yolunda ilerlemek doğruya yakındır.
du bakalım...

açlığı, çok fazla önemsemediğim şu günlerde, inen göbeğim, ve kaybettiğim 5 kadar kilomla, sanırım daha da sağlıklı ve zindeyim.
artık zamansız uykum gelmiyor enazından.
tek sevmediğim şey, oram buram soyulmakta olan burnum.
soyulmayı anlarım, hani deri kurumuş ölmüş gebermiştir, ardından yenisi gelir...
ama gelen yeni derininde aynı renkte olması neyin habercisidir bilemedim.

herneyse... benden bukadar şimdilik.
umarım herkes iyidir, ve öyle olmaya devam eder alakasız.
sağlıcakla kalın......

6 Haziran 2009 Cumartesi

güncel zamanın, 1989 yılı öncesi almanyası gibi oluşu.

ilginç bi başlık ımmm.

bugün ilk olmadığı gibi, yine ucuna kadar geldim. bişey bişey bişey, bişeyin...
çok yakınına kadar, nerdeyse bir adım, en kötü ihtimalle 2 dir.
ama,
ama ben ne yaptım?
daha fazla hissetmek istemeden kaçıp gittim uzaklaştım.
daha yakınlaşmadan...
dahası diye bişiy yok.
çünkü hissetmeyi isteyemedim.
korktum
ve film izledim...
ve bunu hep yapıyorum.
ehe!
sanki çok çok zor ya da imkansız ya da dünyanın sonu veya kıyamet günü gibi.
ne ilginç geliyo daha uzaktan bakınca...
çünkü çok yakından bakarsan, objektif olamıyosun. doğruya doğru.
...

sonuç olarak, bundan önceki yazdıklarım gibi bi fetva olmayacak şu an burda.
giriş, gelişme,
ve...
?

5 Haziran 2009 Cuma

3...2...1......

Birkaç günlük birikimlerimi boşaltma gayesi içersindeyim gibi geldi pek bi.
Neden mi?
Çünkü Blogger'ım kendi kendini engelledi elbette... Rutini buymuş havalarında!
Bişeyi buraya yazmadıım vakit nedense pek bi huzursuz oluyorum bununla doğru orantılı.
Her neyse.

Kasvet!
Pek bi kasvetli ortam sanki bugün Cuma olmasına rağmen.
Namaz niyaz hoca imam. Peki kim takar?
Ahmet takar......

Sıkılmak, uzaklaşma isteği, siktirip gitmek mevzuları.
Gidicem zaten, yakındır.
Siktiğimin havası, siktiğimin ortamı, odası, sokakları, mekanları, eğlenceleri...
Bıktım, bunaldım, sıkıldım, usandım...

Nasıl bir ortam istediğim önemli burda.
Sakin mesela, pek bi cansız. Tek istediğim.
Hatta onun da doğruluğundan pek emin olmadan, içten gelen garip bi dayatmayla bunu yapmak istiyo gibiyim...
Huzur tek kelime ile gerekli olan.
En azından bu en doğrusu, arkasında durduğum cinsten.

Simple things...

Garip bi sendrom gibi.
Hatta açılımı audiodrome belki...
Bazı vücut fonksiyonlarını tamamiyle minimalleştiren düzeyde bir müzik...
...

Fak!
Bi şeyler fena halde tatsız be.
Ötesi de yokmuş gibi.
Üzücü.

Oysaki, kendimi bildim bileli ben bu denli faal bir insan olmamıştım.
Ne biliim, her açıdan işte...
Dolaşmak gezmek görmek. Bunlar çerez pozisyonunda. Sakız da olabilir.
Her şeyi yapıyorum be, aklıma o an gelen ne ise onu.
Ama olmuyo...
Hep mutlu olmak, sırıtmak zorunda olmama halleri.
Onlar aklımın ucunda elbette.

Ama bunlar 'hiç' olmadan hasar alıyorum.
Sahtesi çok kolay olmasına karşın gayet allerji sebebi...

1 Haziran 2009 Pazartesi

happy tree friends...



korkunç...
dallar budaklar meyvesiz, tatsız son derece.
oysaki gayet güzel havalar, yeşermek onun rutini.
ancak rutin, hayale dönüşüvermiş.
tatsız
tatsız
...
uzaktan bakınca ürkütür.
ne rüzgarı rüzgardır,
ne de görünüşü iç açar, moral verir...
gölgesiz...
pozitif enerji dönüştürücü diyoruz biz, yeni mamul olur...
anlamsızca kükrer durur,
içindeki acı ise eğer
çok tazedir.
öfke ise eğer?
yo yo. öfke değil. öyle görünmüyo mu?
bilmem, öyle mi görünüyor?
öfke değil işte, o sadece bir acı...
öfke için, bir şeylerin sonunu yaşamak gerekmez midir?
o ağaç neyi yaşadı ki?
hangi filmi seyretti ya da?
doğa, hangi oyununu oynadı da izlediği yarım kaldı?
çok mu ısındı dünya ona göre?
çok mu susuz bıraktı onu da böyle yaptı?
düşkün misali...
bak!
konmuyor böcekler, kuşlar, yılanlar, maymunlar...
yapraklarıyla ve meyveleriyle dolup taşmıyor dalları,
ne biliim yerçekimine yenik düşmüyor,
ağırlıktan insanların erişebileceği yerde meyveleri olmuyor... Şöyle elini uzatıp bi tane alasın ordan!
Ne oldu sana?
hı?
duyamıyorum!
suskunsun pek.
çünkü, sen zaten seçtin yolunu.
kuru gürültüden başka birşey diilsin.
konsan konulmaz, dibine otursan sırtını dayasan dayanılmaz...
sen sadece susmuşsun...
bir tek dalların gıcırdıyor susuzluktan...
susuzluk?
terkedilmek anlamdaş...
yanlızsın oracıkta işte, daha ne diyebilirim senin adına?
acı! çok acı!!!
etrafına bakınıyosun di mi, belki oralardadır diye hep...
oralarda bi şeyler vardır, bir kıpırtı...
gördüklerin seni tatmin etmiyor ve daha çok yanlız kalıyosun her geçen dakika.
öyle değil mi?
canavar gibisin.
zaten kim seni görmeye gelir, kim seni ister, kim düşünür be, kim ayakta tutar seni...
Sen ''ayyaş'' olmuşsun...
bu hayatı kendin seçmişsin.
çünkü sen, fazlasıyla duygusal bir ağaçtın.
güçsüz, duygularına yenik düşmekten her zaman haz duymuş,
saf...
hii!!!
saf olmak sana yaramıyor, sen bunu bilmiyor muydun?
yeterli değil sıçtığımın yerinde.
senin duyguların var ya dostum,
bir hiç.......
mantık dünyası burası.
ama üzülmemen gereken bir şey var.
sen;
insanların hayatına girebiliyosun, aslında çok iyi birisin.
onların kendilerini ifade etmeleri adına çok şeyler yapıyosun.
eskiden daha çok, şimdilerde daha az...
düşkünsün sen.
düşkün!

sen bir yaprak parçasısın gözümde. kusura bakma hiç...
ve kağıda yazı yazılır.
her şey.
her şey yazılır ama ...
ama unutma.
bu senin sorunun değil. bu insanların sorunu... onlar kirletirler her yeri olduğu gibi senin kağıdını...
ama iyi, ama kötü...
sayfalar dolusu.
hatta sen uçabilirsin,
uçak yaparlar senden.
veya bir kurbağa. o zaman sadece zıplarsın ama iki adım öteye sadece...
uçmanın verdiği haz, yerçekimine karşı gelemez.
çünkü senin hiç bilmediğin şeyler olur dünyada.
seni hasta eden...
beton, elektrik, kimyasallar, atıklar, kirlilik...
insan ırkı!
insanların, insanları kırdığı bi dünyada, sessiz çoğunluksun sen...
senin gibiler,
asırlardır görmemiş hiç azınlığı.
haberdar bile değil neye hizmet ettiğini.
sen yine vazifeni yaptın. öyle deme çok şeyler geçirdin...
ama onlar,
ya onlar?
ne yaptıklarının, ne için var olduklarının, ne amaca hizmet ettiklerinin farkında bile değiller...
ve ne acı!

seyret sen sadece.
güzel değilse bile kendine pay çıkar bundan,
o senin oyunun olsun.
canavar görüntünün altında seni anlayabilecek kimsen yok.
öyleyse keyfine bak.
tek başına kendi mutluluğunu kendin yarat.
kargalar konmasın, yılanlar dolanmasın, maymunlar rahatsız etmesin...
boşver, yaşa sen şu hayatını..
lanet!
lanet çirkinliğini kullan bari!
gram faydan dokunmasın ama sen hayatını yaşa, idame ettir...
yanlız köpeklere, kedilere saygıda kusur etme.
bacağına işerler onlar.
işemek?
bilmezsin.
ama o da sana hayat verir boşver sen.
sadece korkutma kimseyi.
o iğrenç duruşun kimseyi üzmesin.
içinde yaşa her şeyi. at içine boşver.
bak...
insanlar öyle yapıp ne eziyetler çekiyolar.
ve sen insan değilsin.
canavar değilsin hiç, ve insanlar sana her daim muhtaçtır.
dalsız da güzelsin boşversene!

sen,
dur orda, ağla ağlicaksan...
sessiz sessiz.
içindeki acıyı öyle bi yaşa ki bu seni baki kılsın geleceğin adına.
sonra ne yapmak istersen yaparsın işte. nebilim duruma göre.

imreniyorum sana, imreniyorum ve nefret ediyorum.
çünkü sen!
benden üstün bi varlıksın...
iğrençte olsan, yakışıksız da olsan, ne meyven nede gölgen olsa da...
çünkü sen,
tek başına,
etrafında kimsecikler yokken bile sensin...
yanındaki ölmüş, kalmış, yontulmuş veya budanmış en iyi ihtimalle.
bunlar senin umrunda değil.
olsa da olur, olmasa da...
bencilliğin kimseye dokunmaz bizden başka...
ama sen sensin. insan değilsin.
o halde?
umursama...

insanoğlu ve hayatta kalma çabası adlı, başı sonu belli filmi izle dur yeter...
o film çok önemli bi uğraş senin için bunu unutma...
hiç sonlanmayacak bi film olduğu halde sen yinede sonunu merak ediceksin durduğun yerde...
maksimum hayat çizgine kadar...
kıs kıs gül o iğrenç duruşunla işte,
arkamızdan konuş...
üzüntü, stres, aşk, sevgi, para, idealler, hayaller, üzüntü, içe atımlar, kanser, aids, veba... almış başını giden sanallık...
yaşa be sen.
çünkü biz böyleyiz.

bizde film yarıda kesildiği zaman, ortada bi mutsuzluk beliriyor...
ve içine atıyosun...
sende öyle değil...
ve yaşamın tadını çıkar. gül geç bize, bana veya her birimize........

today is the day?





































...

31 Mayıs 2009 Pazar

lovely memories...



tanıştırayım, babam...

çok eskilerden gelen bi benzetmedir bu benim için...
babamı traş olurken izlemeye bayılırdım hep. neden traş? neden bu foto?
elbette arko'nun değişmez suratıydı senelerdir kendisi...
erkek evladın babaya duyduğu özel ilgi...
hani hep anneye duyar sanılır o ilgiyi. yok, ı-ıh emin ol öyle diil. yani en azından benim için...
babam traş olurken arkasına geçer, hatta yanına kadar girerdim ve onu izlerdim...
bana yaranmasının mümkün olmadığını bile bile yine de bi şekil yaranmak adına türlü türlü hareketleri yapmaya hazır bi babam vardı.
traş köpüğünü sürerdi bigüzel köpürtüp sonuna kadar... tabi sürdüğü de yukardaki idi. arko.
ben çok gülerdim nedense, bi defa o resimdekiyle babam traş esnasında, yüzü tamamen köpük iken birebir aynıydı. saçlar olsun, gülüşü olsun her şeyiyle...
zaten bi tek kafasına odaklanırdım eha çok komik gelirdi..
bi de hep şey isterdim,
baba, ağzın görünüyo bi tek derdim.
o da bana;
- ''bak şimdi ağzım görünmiicek'' şeklinde, minik ama o an için en eğlenceli şeyi yapardı. o köpüğü dudaklarına da sürerdi kapatırcasına. nitekim kapanırdı da be ehe...
canım babam.
sonra bana, garip dudak hareketleri yapardı ama ağzı hiç açılmazdı.
ve ben gülmekten kırılırdım...
tabi baba ya bu, hemen işini bitirme gayesi içersinde.
güldüğümü görürdü, mutlu olurdu çok, ve yıkamaya başlardı köpüklü suratını...
ben de hep içerde onu beklerdim böyle merak eşliğinde..
geldiği vakit tertemiz nur gibi bi surat, ve ben hala gülüyorum oralarda bi yerlerde...
sonra gazetesini okur, kahvaltısını eder ve işe giderdi...
ben daha mavi önlüğümü giymeden o işlerini hallerdi.
canım...

22 sinde en geç ordayım.
nur demiştim ya demin...
işte sen,
nur içinde yat!

her şeyinle bana kendini unutturmayışını çok seviyorum babacığım...
sevgiyle kal!

bi' kedi gördüm sanki!

eve geldim ve bundan dolayı mutluyum öncelikle.
rutine bağladığım birtakım evde vakit geçirmek istememe eylemimin dibine vurdum evet.
çünkü burda vakit geçmiyor eha. nebiliim rutin uyan, okula git, ders çalış sınava hazırlan, film seyret vs..
ne sıkıcı dimi?
aslında sıkılmadıım onca zamana yazık ediyorum, bunlardan büyük zevk aldığım vakitlere ihanet ediyorum, biliyorum... ama bu böyle malesef, engellenemez...
onca gezme tozma arasında, yine aynı oda, biraz buharlı, loş ışık hakim, sağımda küllüğüm, solumda yakmayı unuttuğum ekstra ışığım vs...
yine aynı yer, yine aynı durumlar.
iğrenç sıcak bir hava, şu anlık duyduğum mızıka ezgileri. kendisi leter to lulu mae adlı güzide eserden...
böyle mutlu, hayat tozpembe, dert yok tasa yok şarkısı...
öyleyse şarkıyla çelişiyorum.
şimdi pek iyi diilim, yarın içimi boşaltmak üzere ayrılıyorum şuracıktan...
iyi geceler...

29 Mayıs 2009 Cuma

ghosts

söylentiler, fısıltılar, dedikodular, sızıntılar, parazitler..
bunlar olmadan yaşamak.
yaşayamayanları da var, malesef ki mevcut..
ama arkadaşın, ama dostun, ama en sevdiğin, paylaştığın vb...
tavır..
tavır, bu tip olaylar karşısında sergilediğin tutum demektir elbette.
ama nasıl olmalıdır diye düşünmek yerine, bildiğimi okumak en doğrusu.
çünkü bildiğim en doğrusu.
bildiğinin en doğrusu olduğunu düşünmediğin vakit zaten senin tavrın denen şeyin de olmaz öyle diil mi...
dik durmak...

son bir yılımda pek bi yapmaya çalıştıım şey... bazı şartlar, ve beklentiler doğrultusunda en bi lazım gelen...
olaylar karşısında tavrını da gözönüne alarak sert olmak belki biraz.
sonuç?
sonuç olarak doğruyu, safı, iyiyi kötüyü ayırt edebilmek ve ona göre değerlendirmeler yapmak.
ne güzel değilmi?
bilmem, belki hiç dememişimdir, söylememişimdir.
bazı 'en yakın'larımın benden şu an uzak olma sebepleri. benim onlardan daha doğrusu...
hayatımın, gençlik hevesi döneminden sonra oluşan bir duruş sözkonusu...
kendimi övüyor değilim. beğeniyor hiç değilim...
hatta yeni kesim saçım sakalımdan daha kısa ve bi efendime söyliim wolverine filan diyo bazı çevreler bana. haklılar da.
övmek derken elbette tek yönlü diil, çok yönlü düşünüyorum.
söylememe gerek yok hatta, gereği yok...
ama bişeyler değişti çoktan...
eksikler var, ama kapatılmaya çalışılıyorlar. gördükçe yaşadıkça sorguladıkça, edindiğim tecrübeleri iyi yönde yormaya devam ettikçe eksikler tam olmasa da belli bi miktar kapatılacaktır gibi geliyor...
mükemmellik?
yok öyle bi dünya diim de klişe olsun.. Dünya filan....
mükemmellik yok ama o yönde ilerlemek olabilir, kabul edilebilir.
Kimse mükemmel değildir, olamaz da..
Belki şu vardır ama; ne biliim güzellik yönünden mükemmellik olabilir, saygı konusunda, ahlak konusunda mükemmellik olabilir...
bilemedim, mükemmellik değildir belki de, başka bi adı vardır, ama yakındır ona...
zor.
mesela bi örnek gelir akabinde ve ben derim ki, beady belle, closer'ı mükemmel söylüyor.
ama beady belle mükemmel değil.
davulcunun kısık, sakin çalış tavrı mükemmel ama, davulcu mükemmel davulcu diil eha.
her neyse...
dedikodular dünyası, fısıltılar, kulaktan kulağa'lar...
bunların beni yıpratmadığı bi dünya varsa eğer işte şu an tam ordayım.
yıpratan birkaç şey arasında onlar mı yıpratıcak? peeh!
insanları seviyorum. onlar ne yapsa yeridir öldürmedikleri veya onu düşünmedikleri sürece bana karşı...
önemli olan, onların kötü niyetleri varsa bile onları bilmek ve ona göre davranmaktır.
usulüne göre... insan sevgisi doğrultusunda, ne biliim vurdu kırdı değil de, daha çok sözle.
bu konu tamamen alakasız zaten.
bişey de anlatmaya çalıştıım filan yok.
sadece konuşmak, bişeyleri püskürmek istedim nedensiz yere.
sıkıldım belkide, suratım çok asık, yorgun ve karışığım çok...
karışık diilim aslında kesin ve netim fakat gülemiyorum çok. uzun sürmüyo. fotoğraflardakiler yalancıktan, tepkiler içten diil, huzur denen şey azaldı.
sorgulamak?
en boktan şey be...
bugün acaba gülebilecek miyim diye, yatağımdan kalktığım vakit düşünmemin hoş olmadığını ben de biliyorum. ama bunun olmaması için ne yapmam gerektiği konusunda çelişkilerim var. çünkü aklımda bir ile iki arası düşünce var.
yataktan kaltığım an, ve hatta bu yataktan kalkmama sebep olan ateşleyici unsur.
fakat parlamıyo o ateş işte, parlicak bişiy yok çünkü.
ateşleyici sayesinde müthiş hızlı ayılıyorum, fakat sonrasında müthiş hızlı düşüşü yaşıyorum...
sonrasında gelen günden ne beklersin sen olsan?
bişiy beklemezsin heralde... sağa sola yürürsün, oraya gider, bununla konuşur, şu işi yapar, bu yemeği yer, şuralarda boş vakit harcar ve uyursun, yeni güne farklı bakmak istersin...
1,2,3...........20...
sanki her gün böyle olucakmış gibi...
mutlu değilim.
sims adlı oyunda mutlu olmayan kimselerin üzerinde (-) vardır... veya muşmula surat ibareleri...
keşke benim de öyle bişeyim olabilseydi... o eksiyi görmeden biliyosunuz ki herkes seninle konuşma ihtiyacı hisseder... çünkü inanmaz mutsuzluuna, çok basittir, her şey güzel olucak gibi yaklaşımlar sayesinde, derdini farklı boyutlara çeker ve sen yine yerinde sayarsın. hiç bir adım ilerlememiş durumda olursun...
içe atmak çok bok be.. ne bilim sırıtık bi suratın ardındaki gerçek... bir tek sen bilir, sen yaşarsın...
hayatın o kadar boktandır ki, farklı eğilimler içersinde olsan dahi bu işe yaramayıverir...
patlamak istesen de kimseyi üzmemek adına bunu yapamazsın... için dolar, taşar ve öylecene durursun.
ve ne olur biliyomusun, bu ilerde biyerlerde patlar... çok ağlar, ve çok üzülürsün hiç sorgu suhalsiz...
şu bi gerçek ki,
cılız bir insan görünümü veriyor olmaktan bıktım ve bundan hiç hoşnut diilim...
çünkü bu aslında böyle değil..
çözüm yollarım tıkanık olduğu için, garip bir askıya alma durumu sözkonusu..
ve bu böyle devam edicek, veya etmicek bilemiyorum...

son sözüm yeni dünya düzeni üzerine...
lidya soyundan tek bir insanın gerçekten günümüzde yaşıyor olmamasını temenni ederim..
para ve onun garip robotlaştırmak üzerine kurduğu açılımlarından nefret ediyorum...