17 Haziran 2009 Çarşamba

why?



ironi..
tebrik edilesi...
yanlış anlamayın, bu tebrik kendimeydi...

neden niçin ve niye?
soru işareti yanlız orda, anlamsız.
neden?
çünkü bi anlam ifade etmiyor da ondan...
neye veya neden?
ne için?
hiç bir cevabı yok...

şu gün,
birtakım eski defterler karıştırılırkene,
neden diyodum?
niye?
cevabı belli idi...
rahatlatıcı cevaplardı onlar..
zaten aynı paralelde, aynı doğrultuda.... paralel demek doğrultuyu simgeler ya hani...
fakat;
yine,
en azından şimdilik
cevabı belirsiz yerlere sürüklenmek var şu doğamda...
cevabı belli olmayan her şeyin bir eksi (-) olduğu yerde...
eksilerin artılardan üstün olduğu yerde...
benim dünyamda...
ne olduğumu bilmiyorum,
ne olduğumu tartışmadım hiç...
ne olduğumun bi kendimce bilindiği bi yerde.
yanlız ve yalın bi dünya.
birtakım insanlarla müşterek...
olduğu yerde, olduğu yöne dönen, rutininde bi yer burası...
fakat;
belirsizlikler artık cana tak eder,
can acıtır.
nedir ne diildir belli değildir, çünkü belirsizliktir adı...
rahatsız edici, sinsi, iğrenç, dayanılamaz....
kötü kaka eh...
noktalar...
hani vardır,
iki yön ve iki doğrultu,
genelde sağ ve sol
olmadı üst alt...
bi çizgi düşün, iki yanında noktalar kapatır o doğrultuyu...
ilk ve son duraklar işte.

o doğrultu üzerinde yürüyen, etten bütünleriz biz.
sen ben o bu şu... iğrenç, fevkalade veya ortalama insanlar olarak.
amaçlı amaçsız rutin nötr veya ölüler olarak.
nereye gittiğimiz belli değil, gidiyoruz işte...

müşterek hayatımızı belli zamanlarda elimizden alan etkenler vardır.
o doğrultu içinde bir diğer noktadır onlar..
veya o, her neyse...
o nokta nedir veya ne değildir tartışılır.
doğru ya da yanlış, bilinir veya bilinmez.
ama hep tartışılır durur.
o nokta önemlidir, o noktalar kıymetlidir ah bi bilinse şu...
o noktalar o kadar önemlidir ki...
bazen evet, önemsiz olması doğrultusunda ekstra bi doğrultu çizer ve oracıkta yokolursun..
başka yöne bakmak zordur çünkü.
hayat bu, hayat doluluklarla, yoğunlukla, engebeyle bilmem neyimlerle doludur.
hayatı anlamaya çalışan insanların cümlesi.
evet, hepimiz öyleyiz. sen ben o bu şu...
ama;

o doğrultuda tek gereken samimiyettir..
öyle ya da böyle,
üzmemek, hırpalamamak, kurcalamamaktır.
en iyi en güzel şekilde, en bi olağanından halletmektir rutini.

insan bazen geçmişine döner...
uzak ya da yakın geçmişine. gerekirse ağlar gerekirse kahkahalar atar.
ama noolur?
öyle ya da böyle kıpırdar benliği,
ya gülümseten, veya somurtan cinsten.
iki yol vardır malum...
ortası desen yoktur. olsa ben alayım. başkalarına da aşılayayım...
yok!
var sanıyosanız yanılırsınız feci..
biraz kurcalayın...
safsata değil bu, tamamiyle gerçekçi, tamamiyle günümüz insanı hali.
hayatın ta kendisi...
üzülmeye yer oldurmayan bi yerde,
üzmemek için yaşayan insanlara duyulan hayranlığın,
yerini iğrençliklere doğru halef-salef tarzı döngüsüne dayanamıyorum.
üzülüyorum.
ister istemez üzülüyorum...
banane diğer insanlardan, benim üzüntüm benim çemkirişimdir
derim...
derim ama işte belirsizliklerle bezenmiş, birtakım özeliyete sahip yerlerde kullanamam onu.
anlamsız ya da değil.
tartışmasız olarak anlamlıdır.
hiç bi güç aksini iddia edemez işte.
bu güç, parmakları ağrıtan güç de ordan gelir.
ya parmaklar, ya da dil...
dile imkan yok imkansızlıklar dahilinde işte..
öyle ise parmaklar yorulsun, önemsiz....
ama;
üzülerek söylüyorum bunu ki,
bir şeyi bilmeden, bildiğini farzetmek, ve öyle yaşamak pahalıya malolur...
çok iyi bilinen bişey bu görülen bu ki...
kararlar, düşünceler, son hamleler filan...
eğer sevgi sözkonusuysa,
bunları tek taraflı yapıyor olmak adilce değildir hiç...
ve ben;
ben o adilliğin tamamen dışında bir insan olarak.
neden londra diye soruyorum...

anlamın anlamını yitirtmek için, yıkıcı tavırlarla bezeli, anlamsız günlerin hatrına...
oysaki
geçmiş, çok güzeldi...
her şey anlamlıydı..
sonuna kadar da anlamlı olacaktı..........

Hiç yorum yok: