24 Haziran 2009 Çarşamba

bir drama

sia' yı bilmeyen yoktur...
anca olsa olsa, bundan bikaç ay öncesindeki gibi, farketmemiş, kıymetini bilememiş olanlar vardır benim gibi.
huzur veren sesler arasında kendisi. hakikaten öyle.
mesela şuan nedensiz, hiç bi özelliği olmayan geceye renk verdi. neden-niye bilmiyorum.
soon we'll be found dinliyorum.
öncesinde türlü türlü videolarını izledikten sonra, bu şarkıda karar kıldım ve repeat şeklinde, sinek hücumunun sona ereceği vakte dek duymak için kolları sıvadım adeta.
örttüğüm an terlerim yanlış anlaşılmasın eki eki...

son zamanlarda pek bi uzak kalmak durumunda kaldığım müziğe geri döndüğümün sinyallerini yayıyor gibiyim.
fazla da bahsetmek istemem doğrusu aslında.
müziğe müzik diyelim öyle kalsın...
ama çok güzel şeyler olucak, tam istediğim beklediğim ve bikaç yıldır istediğim bişey bu öyle basit de diil hani...
neyse, olsun bakalım. akışına bırakalım.

günde net içilen 2 paket sigaranın anlamını çözmeye çalıştıım şu son bikaç şaşırtıcı günde -veya ayda diyelim hadi-, yinede fotoğraflarda göbeksiz çıkmam sevindirici gelebilir belki. öyle dengeleyelim bari, hatamı böyle kapatiim bari napiim...
fit olma yolunda ilerlemeler filan. ben? vay anasını...
bi buçuk sene önce, bu göbek hayatta eksilmez dediğim anların yalancısı olmak. ilginç çok.

deyinmeden edemeyeceim, hatta buna çok değinmek isterim ki, hayatımın ufak bi kısmının, üzerimde yarattığı hasar malum.
o hasarı, önce çalı çırpıyla kapatmak isterken duyduğum acı da malum.
buna dayanamayıp, biraz gücümü toplayıp önce tahta, sonrasında da betonla örme isteğim de yok denilemez.
fakat şöyle ki,
ehe, o koskoca beton bile ses geçiriyor, ve yine aynısı oluyor.
aynısı derken hasarın devamı demek daha doğru olur...
çünkü o hasarı kapatacak kesin ve net düzeyde somut bir hareketim olmadı, orası kesin...
evet, yapmak istemedim, doğruya doğru.
bırak dedim, içim parçalansın dedim, problem diil dedim. ama olmadı.
kendi kuyumu kendim kazdım aslında.
zaten daha henüz kendi kuyusunu kendi kazmakta üzerime insan tanımadım.
her neyse.
fakat o bir çözüm yolu aslında benim için.
en zor ve anlamsız olan çözüm yolu bunu da biliyorum. garip...
ama çözüm üretemiyorum...
daha da vahimi, çözüm üretmek adına, sorunda parmağı olan insanlarla çözüm üretmeye bakıyorum.
ama derecelendirmyorum olayları. hepsini aynı kabul ediyorum, aynı amaca hizmet olduğunu düşünüyorum ve ona göre hareket ediyorum.
sonunda..
olmuyo işte. hayatımdan bikaç gün veya ay gibi hatrı sayılır günler geçiveriyo bişeylerle. üzüntüyle mesela.

her neyse, sakinliğim sia ile sürmekteyken sanırım en iyi ifade biçimlerim de birbiri ardına sıralanıyo diyebilirim.
aman derim...

etme bulma dünyası dedikleri, garip bi şekilde ne ekersen onu biçersinle bütün olup, kolkola girmiş karşıma çıkıyo.
ama karşıma çıkması olay, birbirine yakın iki şey sonuçta. garip olan yanı ayrı...
çok fazla takıyor, çok fazla didikliyor, çok fazla sorguluyor ve sürükleniyor olduğum gerçek her bi şeye. doğru bu.
fakat ben ektiğim şeylerin hep saf, hep temiz şeyler olduğunu düşünmezsem, nedense yanlışlardayım diye irkiliveriyorum anlık...
ve zaten sonra o yanlışları yapmamak adına bildiğim ve kabullendiğim yolda ilerlemeye başlıyorum.
sonuç belli.
belki 684 yıl ömrüm filan olsaydı bunlar umrumda olmayacaktı hiç. geçip gidicektim bidaha arkama bile dönmicektim umursamicaktım.
malesef.
iyilik, insana çok şey kaybettirir mi diye sorsam, göreceli cevaplar alırım bi yığın...
kimi kaybettirir der, kimi der ki iyilik içimizdedir, biri der hayır asla vs.
savunduğum çok basittir. elbette iyilik insana çok şey kazandırmak üzere yola çıkar, fakat gerekmeyen yerde bilinçsizce yapılan iyilikler göz çıkartır...
yani bildiin en basmakalıbından ehe.
her neyse.
kendimde yanlış olarak gördüüm nokta, insanlara haketmediği düzeyde iyi yaklaşıyor olmam sanırım. ama bi yandan, bu cümleyi burdan böyle söylüyor olmak bile delirtiyo beni. çünkü bana tamamiyle ters, alakasız ve iğrenç geliyo...
hakettiğini düşündüğün bir insan ise, elbette sonuna kadar açıcaksın elini...
haketmediğini düşündüğün bir insansa baştan eleyeceksin.
eğer kararsız kaldıysanda, birtakım numaralar yapıp, öncelikle tartıvericeksin karşılıklı. o meyan sen ne verip veremezsin onlara göre yola çıkıcaksın. veya çıkmicaksın.
tabi bu böyle bukadar kolay ve sığ bişey diil asla...
türlü türlü ekstra durumlar var ve onları aşıp geldiysen o zaman tamam.

gerçek şudur ki, ben çok yanlışlar yapıyorum hayatımda. çok fazla değer verip, o değeri almak için yanıp tutuştuğum yerde, aslında kendi kendime değer biçiyorum ve o değeri sorguluyorum... başka da bişey yapmıyorum...

ama belkide en doğru en net bildiğim bişey var şu düşünceler dışında.
o da, kesinlikle insanların birbirlerine karşı, şartlar, zaman vb. şeyler ne olursa olsun yalan söylememeleri. doğruluktan şaşmamaları. savunuyorum diye aksettikleri şeyleri sonuna kadar savunuyor olmaları. çizdikleri yolda ilerlemeleri ve kendilerinden taviz vermemeleri.
ideallerin, hayallerin, kaygılanmaların olduğu yerde, başaracağına inandığın yolda, vaad ettiğin ölçüde ilerleyip, ne kendini, ne de bir başkasını üzmeden işlerini halletmeleri...
tek istediğim budur, tek en bi yakınından geçtiğim davranışımla birbirine yakın...
fani terimi çok gerçek... her şey fani, geçici. kalıcı diye bişey yok. geçicek, biticek. belki kalacak belkide kalmayacak, tahribatı olacak ya da olmayacak ama geçecek...
böyle bi yerde yaşayıpta, her şey geçici olduğu için, ben her şeyi yapma özgürlüğüne sahibim demek yanlış olur...
en önemli kısım...
son derece pamuk sağlamlığındaki duygusallığım ve ona bağlı hareketlerim doğrultusunda sikilen bir buçuk-iki aya yakın süreli hayatımda, bu yukarda bahsettiğim kriterlere uygun bir arama yaptım ve bir sonucuna ulaştım...
o kim ya da hangi kişi elbette çıt çıkmayacak..
fakat belli. artık belledim, belli de ediyorum fakat isim vermiyorum...
bi şeyleri çok yanlış yaptı.
ve ben, o yanlışları 'asla' yapacağına inanmadığım düzeyde inandırmış-kabullendirmişken kendimi, bi anda bu oluverdi.
patlak verdi denebilir.
çok üzüldüm çok. inanılmaz üzüldüm yürekten üzüldüm.
hayatımda bişeyler paylaştığım, mega güldüğüm ve eğlendiğim, çok şeyler öğrendiğim, hatta bazı konulardaki vasatı asla aşamayacak düzeydeki iyi niyetli şeylerimi aşılamak isteyecek kadar sevdiğim, güvendiğim... inanmak nedir diye sonulsa 'bak karşında canlı örneği duruyor' diyebilicek kadar inandığım insan mevzubahis iken, hiç ummadığım bi yerden beni avlamış bi insan da aynı kareye girdi. tanıştıriim, kendisi olur.
- merhaba işte bu o!
- ah memnun oldum bende ümithan...

bilmeden konuşmayı sevmem, bilmediğim konular hakkında da yorum yapmak...
fakat yorumdan ziyade, düzeyi sadece neye üzüldüğümü dile getirmekle sınırlandırdım.
bilmiyorum, insan bu, her şeyi yapabilir, tamamiyle özgürdür bilmemnedir.
fakat söylediğin ve savunduğun bir şeyin aksini yapmak ne demektir bilemedim.
bildiğimi söylemek istemiyorum elbette.
ama niyedir...
üstelik çok önemli, başarıya giden en önemli yol olarak gösterdiğin o yolda, benimle isteyipte mecburiyetten kuramadığın o bağı nasıl oldu da bi başkasıyla kurabildin bunu hiç anlamış değilim...
evet. sinirimden saatlerce insanlara bağırıp çağırıp dert yandığım doğru, sinirlendiğim çok doğru.
fakat o geçti. şimdi sadece anlamak istiyorum.
şu hayatta tek doğru insan ben olmadığıma göre, ve senin de o yoldan çıktığını gördüğüm anda bunu sorgulamak... bırak da olsun, benim de canım var.
ben, şu hayatta onlarca yanlış yaptım, onlarca bildiğimi okudum, yukarda da bahsettiğim gibi çok dikkafalılıklar yaptım.
fakat bi şeyde karar kıldım.
hiç bi zaman, arkasında durduğum herhangi bi şeyden, şartlar ne olursa olsun caymamak üzere hareket edicem, ve bunu başarıcam.
peki ya sen? senin gibi güçlü bi insan, zor bi insan, kültürden geçilmeyen, fevkaladeye pek yakınlarda gezinen bir insan, nasıl oldu da böyle bişey yaptı..
boşa şaşırmadığım bilinsin istiyorum.
sinirli hallerim geçti hernekadar gidip gidip gelsede. ama neden!

keşke bir arkadaşlık, bir ilişki, bir aşk kaybetmek yerine; sadece bir aşkı kaybetseydim. ve sen kaybettirseydin doğru doğru.
o kadar yoğun günlerin arasına o da girerdi elbet, çok da zor olmaz, aksine alışıverirdik belkide.
şimdi en üzüldüğüm şey;

''hiç bir şey söyleyemiyor, ağzımı açamıyor, en iyisi de olsa en ufak bi söz bile edemiyor olmam''

ve ben bu dolulukta iken,
hadi beni geçtim, önemsenmiyor olduğum halde, savunduğumuz şekilde akan zamanda,
kendince bana kabullendirdiğin, ve saygımı kazanıp, o yolda yardımcı olmaya çalıştığım,
birbirimizden uzak olmanın, aşkı sevgiyi her bi güzel şeyi boşvermenin senin için en doğru olduğu yolda,

isterim en mutlu olmanı, uzaktan düşünmesi bile güzel ama...
neden bir başkasıyla...

Hiç yorum yok: