evet...
doğmanın zıttının ölmek olduğu gözle görülür biçimde apaçık ortada artık herhalde.
aksini iddia edebilicek varsa çıksın karşıma kahve ısmarliim!
her neyse...
doğmak demek dünyaya gelmek demektir malum.. marsta olsak marsa gelmek de olurdu.
durumu 1 level daha abartırsak şanssız bir insan evladı için göktaşına geldi de diyebilirdik orda gerçekleşiverseydi... peeh!
tabi her geyiğin de bir sonu olmalıdır.
şöyle bir döngü var kafamda. ölmek için doğmak gibi... fakat bu döngüyü tersine çevirirsek, yani ölmek için doğduğumuzu pat diye ortaya attığımız vakit aklıma ilk olarak annelerimiz ve dolayısıyla annem geliyor... içler acısı bi düşünce olduğu kesin.
içerde uyuyor kadın dünyadan habersiz rüyalar aleminde. pirelerle tango yapıyo 2. dereceden...
peki neden aklıma annem geliyor? çünkü benim ölmem için doğmamı sağladığı üzere...
eğer kendi başımıza doğuyor olsa idik kendiliğimizden çıkıveriyor olsaydık durum tamamen yukarda dediğime gelirdi... her neyse. beyin fırtınasına hoşgeldiniz!
biz ölmek için doğuyor olmamızı ele alalım derim.
öyledir ya da değildir bu tamamen bir önermedir doğru ya da yanlış. açıktır önermem herkese her fikre. iddia etmiyorum çok şükür ehaue.
''doğmanın zıttı ölmekse peki yaşamak nedir bana bunu açıklayın...
e-posta filan atın...''
zannedersem bi 3 sene önce sağa sola yazdığım bişeydi bu, o kadar oldu herhalde...
tabi bazı şeyleri sorgulamak doğru değildir orası öyle, didiklemekle ele bişiy geçiceği filan yoktur o açıdan.
ama yinede bi düşünmeye itebildim ben şahsen kendimi.
yanıt ve yanıtlar aramak için düşünmüşlüğüm var bunu. fakat tamamen kuru kalabalık cevaplar verdim kendime, vermiştim enazından...
gülmek, ağlamak, koşmak, yürümek, çalışmak, işsiz kalmak, uyumak, uyanmak, yüzmek, güneşlenmek, spor yapmak, okumak, ders çalışmak, kendini işe kaptırmak veya nebilim otobüse binmek...
yaşamak, bunlar ve daha niceleri gibi eylemler bütününe verilen ad ise ben ne bokuma bunun kesin ve net açıklamasını tartışıyorum orası vahim oluyor.
bir klişe vardır... gidenin ardından söylenir. öldü ama iyi yaşadı denir onun için.
iyi yaşadı derken şimdi bu adam hem zehirli bir yılan tarafından sokulup hastanelik olmuş, bi'nebilim ayları belkide yılları bir hastalık ile mücadele şeklinde geçmiş, kolera olmuş, aids, kanser olmuş.... bir diğer yandan da dünyanın en zengin en saygın bir insanı olmuş, bir arap nebilim veya japon atına ters bile binebilecek lükse, kıçını ünlü ingiliz tuvalet kağıdı devi ''the paper'' ile silebilmiş, bu tip şeylerle bezeli bir ömür sürmüş ve milyonların arkasından ''iyi adam'' dedirtmiş bir insan da olabilir. veya hepsini geçtim, gayet ortada bir adammış kendisi, düz adam'mış...
bu eylemler bütünü bizim yaşamımız mı oluyor?
bütün hepsi gerçekten bu mu?
meksikadan topladığın kahve çekirdeklerini en alakasız grönland'a gidip boş bulduğun bir buzul kırığına ''ah elimden düştü'' diye bırakıvermek da bir iştir çünkü...
mutluluk, üzüntü, yarım sevinç, yarım hüzün...
yaşamayı şimdi bu modlarla ele alıyorum.
konuyu daha yüklemlere dayalı olarak ele alıyorum.
yüklem nedir?
Ahmet bana kalemini ucunu bir güzel açarak ve kıçıma en güzel girebilecek şekilde VERDİ... budur...
ortada kalemin ucunu bir güzel açarak delikle doğru orantılı olarak kalemi veriş eylemi olsa da olay AHMET VERDİ'den ibarettir...
''ümithan öldü'' diyelim...
ümithan demek doğmuş bir kimse demek ümithan diyebiliyosak doğmuştur bu kesin...
ve öldü diyoruz. o doğan herif var ya öldü...
iki ucu boklu değnek.
bence yaşamak nefes almak demektir. bu kadar oyalamak istemezdim kimseyi üzgünüm ama budur yani...
safsatanın dik alası, paradoksun bel kemiği olsa da çoğu cümle, ortada bi sonuç olmasa da, biraz derin düşününce hiç birşeyin öyle ''nefes almak'' diyebilicek kadar kolay olmadığı da bi gerçek...
ama yine de iddia ediyorum, yaşamak nefes almaktır!
saygılar.
belgin doruğun 3. sülaleden yakın akrabası ferzanettin özkaymakam ben...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder